Tarihten günümüze tasavvuf ehlinin jurnalcilik hastalığı: İskilipli Atıf Hoca yargılamaları ve günümüze yansımaları

Cübbeli Ahmet’in yaptığının bir benzeri, İsmailağa tarikatının şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun şeyhi olan Ali Haydar Efendi tarafından 1926 yılında yapılmıştı. Ali Haydar Efendi, mahmut Ustaosmanoğlu’nu İsmailağa’ya davet edip burada Nakşibend tarikatı, Halidiye kolunun adına çalışma yapmasını sağlayan kişi olarak biliniyor.

Hilafetin ilga edilmesi, batılı ülkelerden ithal edilen kanunların halka dayatılması ve İslami eğitim sisteminin yasaklanması sonrası yaşanan gelişmeler karşısında fikirlerini “Frenk Mukallidliği Ve Şapka” adlı eserinde ortaya koyan İskilipli Atıf Hoca, yeni kurulmakta olan rejime yönelik muhalif tutumu sebebiyle çeşitli iftiralara maruz kalmış ve hukuksuz bir şekilde yargılanarak idam edilmişti. 

Atıf Hoca’nın ulvi mücadelesi ve inandığı değerler uğruna gözünü kırpmadan darağacına gitmesini bugün bir kenara bırakalım.

Cübbeli Ahmet isimli tarikat liderinin soyut iddia ve yalan beyanlarla içinde bulunduğumuz şu günlerde ülkenin kolluk gücünü ve yargı makamlarını harekete geçirmek için çırpınması dünün bugüne yansıması niteliğindedir.

Cübbeli’nin taciz iddiaları ile kendi camiaları üzerine dönen eleştiri oklarını basit bir şark kurnazlığı ile farklı bir yöne çekme gayreti içinde olunduğunu hayretle seyrediyoruz.

“Bizimkiler sapık olabilir ama bunlarda radikal-selefi devlet için asıl tehlike bunlar” denilerek, toplumun vatan-millet gibi hassas sinir uçlarının harekete geçirilmesi istenmekte, delilsiz ve dayanaksız, büyük bir kitleyi terörizm ile itham edilmektdir.

Ali Haydar Efendi’nin, İskilipli Atıf Hoca hakkında yalan beyanlarda bulunarak laik rejimin darağacından kendini kurtarması, buna mukabil İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesine sebep olması bugün yaşananlar ile ne kadar da benzerlik arzediyor. Müritler, şeyhlerin yolunu adım adım takip ediyor…Haklarını yememek lazım.

Bu tarikat silsilesinde önemli bir yer tutan Ali Haydar Efendi’nin şapka davasından yargılanırken verdiği ifadeler haleflerinin bugün yaptıklarının bir dayanağıdır. Mahkeme başkanı Zalim Kel Ali’nin karşısında şapka davasından yargılanırken şapka-sarık konusuna girmek şöyle dursun Atıf Hoca’nın ilmen düşük olduğunu ve tarikat karşıtı bir adam olduğunu beyan eden Ali Haydar Efendi şaşırtıcı bir uslüpla mahkemeye ifade vermiştir.

Ankara İstiklal Mahkemesi zabıtlarını inceleyen yazar Ahmet Nedim’in 1993 yılında kitaplaştırdığı çalışmasında da yer verdiği 1926 yılına ait duruşma tutanakları aslında çok da yoruma yer bırakmıyor;

“Halidi tarikatı Şeyh Ali Haydar’ ın Muhakemesi  (31 Ocak 1926)

Reis: Adın?

Ali Haydar E.: Ali Haydar

– Reis: Babanın adı?

– Ali Haydar E.: Mehmed Şerif.

– Reis: Kaç yaşındasın?

Ali Haydar E.: 60.

– Reis: Evli misin, çocukların var mı?

– Ali Haydar E.: Evet evliyim. Çocuklarım var.

– Reis: İstanbul’da nerde oturuyorsun?

– Ali Haydar E.: Çarşamba’da (Fatih)

– Reis: Esasen Kafkasyalısın değil mi?

– Ali Haydar E.: Ahıskalı’yım

– Reis: Nereye ve ne zaman hicret ettin?

 Ali Haydar E.: 309 (M. 1894) tarihinde Erzurum’a hicret ettim.

– Reis: Mesleğiniz?

– Ali Haydar E.: Fatih’te dersiam idim.

– Reis: Anadolu’da hemşerilerin filan nerede var?

– Ali Haydar E.: İnegöl’de Hafız Ahmed Efendi isminde bir kayınbiraderim var.

– Reis: Nerelidir?

– Ali Haydar E.: Kendi memleketimden.

– Reis: Bu Hoca, Atıf Efendi’yi nereden tanıyorsun?

– Ali Haydar E.: Meşhur Çarşambalı Hocada beraber ders okuduk.

– Reis: Bandırma’ya seninle kaç kitap gönderdi?

Ali Haydar E.: Efendim arz edeyim. Bu adam ile mesleklerimizde muhalefet vardır. Ben Halidi Tarikatı’na bağlıyım. Bu adam bütün tarikatları reddeder. Kendisiyle bir düşmanlığım yok. Hakkaklar (Kapalıcarşı civarında bir sokak)’da dükkân açmıştı. Ben terziye giderken dükkânın önünden geçmek lazım geliyor. Bir iki defa dedi ki: “Fevkalade ihtiyacım var. Matbaacı da masraflarını da sonradan alacak. İnsanlığını esirgeme de aracı ol şu kitapları satıver” dedi. “Tahirul- Mevlevi, yağlıkcılar vasıla oldular sattırdılar. Sen de sattır” demişti. Damadım, Bandırma Asliye Mahkemesi üyeliğine tayin olunup gitmişti. Sonra Manyas’a Sulh Hâkimi yaptılar. Çocuklar, hala benim yanımda idi. Onlar da yakında gideceklerdi. Onların eşyasını vapura yerleştirirken ve çocukları vapura bindirirken Atıf Efendi elime bir paket verdi. “İşte bu yüz kitaptır sattırıver” dedi. Beni utandırdı. Ben de çocuklara verdim, tembih ettim: Satılırsa parasını gönderirsiniz, satılmazsa geri gelecek dedim. Paketi de eşyanın içerisine bırakmışlar, unutmuşlar. Damadım eşyaları açınca bu kitapları görür. O sırada elden 5-10 tanesini almışlar. Sonra bana yazıyor ki: “Eşyanın içinden bir paket cıktı. Çocuklar ne olduğunu unutmuşlar anlatamıyor. Kapağının üzerindeki fiyattan (mıdır), birkaç tane telef oldu. Benim meşgul olmaya vaktim yoktur. Bunlar ne olacak?” diyor. Ben de onları olduğu gibi geri gönder, dedim.

– Reis: Niçin?

– Ali Haydar E.: Efendim, Süleyman Nazif Bey’in eleştirileri çıktı. İyi görmedim. Damadım Bandırma Emanetçisi Hacı Mustafa ile geri yollamış. Ben de Atıf Efendi ’ye götürdüm, teslim ettim. Bu defa, evimde bir kitap cıktı, onu da Bandırma’ya gönderirken bana hediye vermişti. Cenab -ı Hakk ’a hamd olsun ben ondan istifade etmem. Onun ilmi benden aşağıdır. O risale burada ise, göreceksiniz ki içinde 2-3 satırla ben onu ifade etmişim. Süleyman Nazif Beyin değerlendirmesi üzerine merak ettim. Aldım okudum. Kendisi para yapayım diye o kitabı şişirmiş. Satılığa çıkarmış. Bandırma’da 25 tane satılmış. Karşılığı olan iki lirayı verdim. Ve kalan 75 nüshayı da iade ettim. (Mahkeme tutanakları burada sona eriyor)

Ali Haydar Efendi’nin bu dava ile ilgisi İskilipli Atıf Hoca’nın Frenk Mukallitliği ve İslam adlı eserinden Bandırma ‘ya göndermesi sebebiyledir. Fatih Çarşamba’da Halidi Tarikatı’nın şeyhi olan Ali Haydar Efendi’nin muhakemesi esnasında Atıf Hoca ‘yı küçümser ve suçlayıcı bir ifade kullanması oldukça manidar!…

Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtlarının 6. defterinin bu sayfadan sonra gelen 10 sayfası (Sh. 181-189) yırtılarak imha edilmiş veya verilmemiştir. Bize ulaşmayan bu bölümde muhtemelen Şeyh Ali Haydar ile İskilipli Atıf Hoca’nın yüzleştirilmesi vardı. TBMM’nin görevlilerinin böyle bir korumaya (!) neden ihtiyaç duyduklarını anlayabilmekte güçlük çektiğimizi ve bunu milletvekillerimizin şahsında bütün millete karşı yapılmış bir sahtekârlık olarak görüyor ve bu davranışlarını şiddetle kınadığımızı bir kez daha belirtmek istiyoruz.”  (Ahmet Nedim)”

Muhakemenin sonunda Halidi tarikatı şeyhi Ali Haydar Efendi beraat ediyor ve salıveriliyor. İskilipli, Atıf Hoca’da idam ediliyor. Görülüyor ki Ali Haydar Efendi İskilipli Atıf Hoca’yı bir güzel satmış, satmakla kalmamış gömmüş.

Fakih Atıf Hoca’yı düşük bir insan gibi lanse eden Ali Haydar Efendi ile Atıf Hoca bir sonraki celsede yüzleşeceklerdir ve yüzleşirler. Ancak ne hikmetse(!) bir sonraki celsenin kayıtları meclis arşivinden yırtılarak yok edilmiştir. Atıf Hoca, Ali Haydar Efendi’ye ne demiştir; cevap ne gelmiştir; şu an bilinmiyor ya da belgelenemiyor. Ama Atıf Hoca’nın idam edilirken “Zalimlerle elbet mahşerde hesaplaşağız” sözü bu yüzleşmenin mahşerde İlahi mahkemede de olacağını daha şimdiden haber veriyor.

Yok edilen yüzleşme kayıtlarını Atıf Hoca’nın fıkıh alimi olduğunu bilerek kurgulayacak olursak; fıkıhçı bir göz ile tahmini bir yüzleşme cümlesi kuracak olursak, Allahu Alem şöyle bir soru cümlesi dilden dökülebilir; “Ey Ali Haydar Efendi! Hadi ben zahirciyim, fıkıhçıyım ya sen? Hangi ehl-i sufinin düsturunda sarık çıkarıp şapka giymek vardır?”

 

Kaynaklar: Tevhid Haber, Şehir Medya, Tevhid Gündemi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_imgspot_img

Sıcak Gelişmeler

Benzer Haberler