Özgür-Der ve Mazlum-Der’in tertip ettiği “UZUN TUTUKLULUK CEZAYA DÖNÜŞMESİN! MEDYA LİNCİYLE YAPILAN YARGILAMALAR SON BULSUN!” konulu panel İstanbul’da gerçekleştirildi.
Yaşanan hukuksuzlukları farklı mecralarda dile getirmeye çalışan iki duyarlı sivil toplum örgütü Mazlum-Der ve Özgür-Der, Halis Hoca’nın medya ve meclis marifetiyle tahliyesinin önüne geçilmesini bardağı taşıran son damla olarak görüp, işbirliği içerisinde seslerini biraz daha yükseltme kararı vererek “Uzun tutukluluk cezaya dönüşmesin! Medya Linciyle Yapılan Yargılamalar Son Bulsun!” başlığı altında bir panel organize ettiler.
Mazlum-Der Genel Sekreteri Avukat Kaya Kartal’ın moderatörlük yaptığı panelde, Özgür-Der Başkanı Rıdvan Kaya, Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Ali Öner, Halis Bayancuk’un avukatı Serkan Türkdoğru, gazeteci yazar Kenan Alpay ve Tevhid Dergisi adına yazar Enes Yelgün konuşmacı olarak yer aldı.
Panelin açılış konuşmasını yapan Mazlum-Der Genel Sekreteri Avukat Kaya Kartal, “Son zamanlarda Türkiye’de tutuklu yargılamalar bir çok tartışmanın ortasında yer alıyor. Halis Bayancuk Hoca’nın yargılaması bu noktada önem taşıyor. Halis Hoca’nın 9 Nisan günü yargılamasını yapan mahkemenin verdiği tahliyeye, OHAL sonrası devreye giren “savcılık itirazı ile yeniden tutuklanma” müessesi ile itiraz edildi. 9 Nisan’da Halis Hoca’yı oldukça makul gerekçelerle tahliye eden mahkemenin kararına yapılan itirazla Halis Hoca dosyadan bihaber, tanıkları dinlememiş, delilleri bilmeyen bir başka mahkeme tarafından tekrar tutuklandı. Sonrasında da maalesef tahliye kararı veren mahkeme, ara mahkemelerde tutukluluğa devam kararları verdi.” ifadelerini kullandı.
Süreci kısaca özetleyen Avukat Kartal, bu cuma günü ise bir duruşma olacağını belirterek bu hukuksuzluğun artık son bulmasını temenni ettiklerini söyledi.
Panel moderatörü Kartal, daha sonra sözü ilk olarak dosya avukatı Serkan Türkdoğru’ya bıraktı. Halis Hoca’nın avukatı Serkan Türkdoğru ise 9 Nisan tahliye süreci ve sonrasında yaşananları değerlendirdi. 9 Nisan günü heyetin tahliye kararı verirken sıraladığı gerekçeleri dile getiren Türkdoğru “Bu karar insani ve hukuki bir karardır.” dedi.
Ancak bu karara savcılık tarafından itiraz edildiğini ve ardından bir üst mahkeme tarafından tutuklamaya yönelik yakalama kararı verildiğini ifade etti. Bununla birlikte tahliye haberlerinin meclis gündemine ve sosyal medyaya düşmesiyle hızlı bir yargılama maratonu yaşandığını Halis Hoca’dan öğrendiğinin altını çizdi. Türkdoğru bu safhada çok açık bir hukuk ihlali yapılarak seçilmiş müdaafi avukat olmasına rağmen mahkemenin kendisine ulaşmayarak barodan çağrılan herhangi bir avukatla bu yeni tutuklama kararını aldığını belirtti.
Türkdoğru, Halis Hoca’nın “Açıkçası sadece tutuklama yüzüme okundu, herhangi bir soru sorulmadı. Heyet bana ‘bizim bir takdir yetkimiz yok’ dedi” diye söylediğini aktardı. Bununla birlikte Halis Hoca’nın SEGBİS odasından hücresine dönerken diğer hücrelerdeki komşularının kendisine geçmiş olsun mesajlarını ilettiğini belirtti. Bu durum şunu gösteriyor ki, daha mahkeme tutuklama kararını vermeden mecliste Halis Hoca’nın yeniden tutuklandığı açıklanmış ve diğer mahkumlarda bunu Meclis TV’de izlemişti.
Türkdoğru, tüm bu durumların hukuki olarak hiçbir daynağının olmadığının görüldüğünü söyleyerek “3 yıldır yargılamayı yapan mahkeme “delillerin toplandığı” gerekçesi ile tahliye veriyor, dosyadan haberi olmayan bir heyet ise “delillerin toplanmadığı” gerekçesiyle tutuklama kararı veriyor. İşin ilginç yanı 9 Nisanda tahliye veren heyet ara mahkemelerde bu sefer delillerin toplanmadığını iddia etmeye başladı.” dedi.
Türkdoğru, ”Bununla birlikte Anayasa’nın 138. maddesindeki yargı bağımsızlığı ilkesi ihlal edilerek, sürmekte olan bir yargılama hakkında mecliste açıkça fikir beyan edilerek müdahalede bulunulmuştur.” dedi.
Son olarak, yaşanan bu ihlaller gerekçesiyle artık Halis Hoca hakkında tahliye kararı verilmesi gerektiği görülmektedir diyerek sözlerini bitirdi.
Daha sonra söz alan Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Halis Hoca’yı 3 yıl boyunca hiçbir delil olmaksızın tutuklu yargılayan mahkemenin verdiği tahliye kararına rağmen aynı akşam apar topar, dakikalar içinde bir başka mahkemenin tekrar tutuklama kararı aldığını belirtti. Kaya sözlerine şöyle devam etti; “Şimdi dosya yeniden tahliye kararını veren heyetin önüne gelecek, merak ediyoruz burada verdiği doğru kararın arkasında mı duracaklar, yoksa bir kişi mağdur olacaksa olsun yeter ki kamuoyundan, muhalefetten, iktidardan bir tepki almayalım mı diyecekler? Eleştirileri üzerlerinden atmaya yönelik bir tavır mı alacaklar? Ama biz bu hukuksuzluğun devam etmemesini, onların da uyduklarını söyledikleri hukuk düzenine aykırı olmayan tahliye kararının verilmesini talep ediyoruz.”
Rıdvan Kaya devamında şunun altını çizdi: “Biz bir müslüman kardeşimizin mağduriyetinin son bulmasını istiyoruz. Bunun dışında burada bir insana yapılan bir haksızlık, bu aslında tüm topluma yapılan bir haksızlıktır. Olayın bu boyutu da vardır, göz göre göre yapılan bu uygulama aslında herkes için bir zulümdür. Aslında yapanlar içinde bir zulümdür, kendilerine yapılan bir haksızlıktır aslında. Bu olaya kardeşlik hukuku açısından bakmayanlara sesleniyorum: Bu olaya, bir insana göz göre göre yapılan haksızlığa göz yummak insanlık değerlerinin ayaklar altına alınmasıdır. Bu noktada herkesin somut adım atması gerekmektedir.“
Son olarak “Bu davada 3 yıldır ne yargılanıyor, kim yargılanıyor? Halis Hoca’nın fikirleri mi yargılanıyor? Çevresi mi? İlişkileri mi? Ya da fiziki görünüşü mü yargılanıyor? Biz bunu medyanın linçinde ve siyasilerin olayı dile getiriş biçiminde görüyoruz. Ortada yargılanan bir eylem görmüyoruz. Burada bir suçlama varsa bununla ilgili somut deliller ortaya konulmalıdır. Bu kabul edilemez büyük bir zulümdür.” ifadeleri ile konuşmasını sonlandırdı.
Sonrasında söz alan Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Ali Öner yargılamanın hukuksuzluğunun çok da yeni bir durum olmadığını, bu durumun Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana tekrar ettiğini vurguladı. Öner, hukuksuz yargılamalarda 4. güç olarak bilinen medyanın rolüne değindi. Öner: “Sistemin temeli atıldığında, temel düzgün olmayınca bir türlü inşa etmeye çalıştığımız bina doğru çıkmıyor. Bir insanın ne düşündüğü, bir suç işleyip işlemediği, herhangi bir gerekçesi aranmıyor. Eğer herhangi farklı bir düşüncesi varsa, sisteme yönelik bir eleştirisi söz konusu ise bu kişi ya yok edilmeli ya da değişen dünya şartlarında eğer yok edilemeyecekse o zaman buna göre uzun tutukluluk süreleri konmalıdır. Uzun tutukluluk süreleri ile kişi; sistemin tanıdığı, gördüğü vatandaş tipine uymuyorsa bu uzun tutukluluk süresi ile terbiye edilmeye çalışıyor.” şeklinde konuştu.
Programın devamında gazeteci-yazar Kenan Alpay söz alarak Halis Bayancuk Hoca’nın karşı karşıya kaldığı duruma farklı bir pencereden ışık tuttu: “Halis Bayancuk, esasen bir davetçi kimliğiyle bilinen, İslami ilimler üzerine uğraşan, gayret eden ve bu noktada insanları ahlaka, İslam’a, ibadete, infaka, kardeşliğe davet eden bir isim. Eğer herhangi bir suçu, kabahati, bir şiddeti, şiddete teşviki, şiddete övgüsü ya da birilerine bir kötülüğü, azmettirmesi söz konusu olmuş ise bütün bunlar; bunların mahkeme dosyasında, iddianamede bizim karşımıza çıkması gerekirdi. Ama benim de okuduğum kadarıyla, az önce Serkan Bey’in de ifade ettiği gibi herhangi bir biçimde böyle bir şiddet, şiddete övgü, şiddete teşvik söz konusu değil. Ancak itikadı, ameli, daveti, tebliği ve insanlara teklif etmiş olduğu dünya görüşü üzerinden Halis Bayancuk, işte sakallarının da bir uzun olması, hanımının tam tesettürlü olması gibi bir takım Türkiye Cumhuriyeti devletinin öteden beri mahsurlu gördüğü, sıkıntılı gördüğü, kendi açısından tehdit gördüğü bir takım fiziki görünüşler üzerinden de ona karşı bir infaz başlatmış oldu. Şimdi infaz diyorum, gerçekten de bir infaz…”
Son olarak Tevhid Dergisi adına panele konuşmacı olarak katılan Enes Yelgün, Halis Hoca ve Tevhid Dergisi camiasının maruz bırakıldığı hukuksuzluklara ve bugün gelinen noktada medyanın rolüne dikkat çekti. Yelgün, açıklamasında, yargılamaları etkileyen medyadaki yargısız infazlara ve haksız ithamlara vurgu yaptı: “Hani bu kadar rahat bir şekilde -yalan ne kadar büyük olursa inandırıcılığı da o kadar olur mantığıyla herhalde- rahatlıkla söylenebiliyor ve bunun sebebi de zaten medyada çıkan haberlerle (alakalı) biz daha sonrasında hakkımızda menfi olarak konuşan kişilerle görüştüğümüzde diyorlar ki: ‘Evet, doğru söylüyorsunuz. Biz zaten sizinle ilgili bilgileri medyadan alıyoruz. Bu yüzden bu açılamayı yaptık.’ Kimse bize bir şey sorma ihtiyacı hissetmiyor. ‘Biz medyadan sizinle ilgili bunları duyduk ve sizinle alakalı böyle bir değerlendirme yapma ihtiyacı hissettik’ diye söylüyorlar. Öyle ise burada elbette birbirimizle alakalı veyahut da hangi kesim olursa olsun fark etmez, yaşanan bir mağduriyetle alakalı medyada çıkan haberlere net bir şekilde ‘işte bu doğudur’ diye yaklaşmamak, ilk önce bunun arka planını araştırmak ve ondan sonra hakkın ve doğrunun yanında olmak hepimizin üzerine bir vazifedir diye düşünüyorum”
“Uzun tutukluluk cezaya dönüşmesin! Medya Linciyle Yapılan Yargılamalar Son Bulsun!” basın açıklamasının tam dökümü;
Moderatör: Evet, hazırız sanıyorum. Bismillah. Değerli dostlar, değerli katılımcılar, sayın basın mensupları; bugün ÖZGÜR-DER ve MAZLUM-DER ortaklığında bir basın toplantısı yapmayı planlamıştık ve çok şükür toplantıya başladık. Malumunuz Türkiye’de yargı, tartışmaların her zaman ortasında oldu. Ancak son zamanlarda çok yoğun bir şekilde daha da ortasında diyebileceğimiz bir hâle gelmiş durumda. Özellikle tutukluluk meselesi hakikaten çoğu zaman komik denilecek şekilde ele alınmaya başladı Türkiye’de. Bunların birtakım örneklerini geçmişte gördük. Bugün de Halis BAYANCUK Hoca’nın dosyası özelinden, ama aslında genel olarak birçok dosyada karşımıza çıkan bir meseleyi ele almak için toplanmış bulunuyoruz. Malum Halis BAYANCUK, nisan ayında kendisini yargılayan, üstelik aylardır yargılamaya devam eden -yaklaşık üç yıldır tutuklu bu dosyada- mahkemede uzun bir savunma sonrasında, Avukatın kendisini yaptığı savunmalar sonrasında tahliye edilmişti. Yani dosyaya dokunan, delillere dokunan, tanıkları bizzat dinleyen mahkeme tarafından, heyet tarafından tahliye edilmişti. Ancak OHAL Dönemi’nin bir kalıntısı olan uygulama neticesinde -maalesef kalıcı hâle geldi bu uygulama, eskiden “tahliyelere savcılık itirazı” diye bir şey söz konusu olmazdı- bir savcılık itirazı üzerine dosyadan bihaber, tanıkları dinlememiş, yıllarca yapılan yargılamalara şahit olmamış, dosyadaki delillere dokunmamış, sanıkla yüz yüze gelmemiş bir başka mahkeme tarafından dosya üzerine yapılan incelemeyle tekrar tutuklandı. Sonrasında da daha önce kendisini çok güzel gerekçelerle tahliye eden mahkeme, maalesef dosyadaki delil yetersizliğinden bahisle tutukluluğa devam kararını verdi ve bu cuma günü bir duruşması olacak. Umuyoruz ki bu hukuksuzluk son bulur; artık tutuklama müessesesi böyle sosyal medya üzerinden bir cadı kazanına çevrilmez; tutukla-bırak şeklinde, artık komediye dönüşen uygulamalardan vazgeçilir. Bunları konuşacağız. Dosyanın avukatı Serkan Bey, Serkan TÜRKDOĞRU. Biz kendisine öncelikle sözü vereceğiz. Teknik olarak dosya ile ilgili birtakım hususlar anlatacak. Ondan sonra Vakıf ve Dernek temsilcileri ve aynı zamanda Tevhid Dergisi Temsilcisi Enes YELGÜN beyanda bulunacak. Rıdvan Abi’miz burada ÖZGÜR-DER Başkanı olarak beyanda bulunacak. Ali ÖNER, MAZLUM-DER İstanbul Şube Başkanı olarak; Kenan ALPAY gazeteci-yazar olarak bir beyanda bulunacak ve bitireceğiz inşallah. Sözü Serkan Bey’e bırakıyorum.
Mahkeme: “Evet, bizim yapacak bir şeyimiz yok. Takdir hakkımız yok.”
Avukat Serkan TÜRKDOĞRU: Başkanım, teşekkür ederim. Değerli katılımcılar ve izleyiciler, sizleri saygıyla selamlıyorum. Öncelikle 9 Nisan 2020 tarihinde yaşanan tahliye süresi ve sonrasından bahsetmek istiyorum. Burada değerli katılımcılarla birlikte bu süreci değerlendiririz. 9 Nisan 2020 tarihi saat 14.00’te yapılan duruşmada mahkeme, suçun değişebilir nitelikteki vasıf ve mahiyeti; toplanması, karartılması ve değiştirilmesi gereken başkaca delil olmayışı; tutuklulukta geçen süresi; sabit ikametgâh sahibi oluşu ve Avrupa Konseyinin -Avrupa işkencenin ve insanlık dışı veya onur kırıcı muamelenin veya cezanın önlenmesi komitesi tarafından- yayınlamış olduğu ilkeler dikkate alınarak sanığın mağduriyetine sebebiyet verilmemesi açısından tahliyesine karar verdi. Bu karar, takdir edersiniz ki çok insani ve hukuki bir karar, özellikle Korona sürecinde olması dolayısıyla. Bu karara savcılık tarafından itiraz edildi. İtiraz üzerine Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesi tutuklamaya yönelik yakalama çıkardı. Yani bunun hukuk pratiğindeki anlamı şu: “Sanık kaçmasın, elimizin altında bulunsun. İtiraz süreci işleyene kadar, gerekli hukuki işlemler yapılana kadar devletin kontrolü altında bulunsun.” Zaten cezaevindeydi, gidebileceği bir yer yoktu. Fakat bu haberlerin medyaya düşmesi üzerine Mecliste CHP ve HDP Milletvekillerinin gündeme taşımasıyla bir anda hızlı bir muhakeme süreci yaşadık. Tabii biz Cezaevinin önünde Halis BAYANCUK’un çıkmasını beklerken, haberlere de bu Meclis gündemine gelince, çıkmayacağını anlayınca cezaevinde Halis Hoca’nın yanına gittim, ne olduğunu sordum. Kendisi, 20.30 civarı SEGBİS odasına alındığını, SEGBİS odasından bir mahkemeye bağlandığını, 6 ya da 7 Asliye Mahkemesi yazıyordu ekranın kenarında, diye söyledi. Çünkü o nöbetçi olarak oluşturulan heyeti herhalde SEGBİS’e en uygun mahkeme orası olduğu için oraya gitmiş. Orada hızlı bir şekilde muhakeme yapıldığını, daha doğrusu bir şey yapılmadığını, direkt kendisine tutuklandığının söylendiğini… Bunun üzerine “Ben anlamak için soruyorum, yani siz beni buraya bunu söylemek için mi çağırdınız?” diyor. “Evet, bizim yapacak bir şeyimiz yok. Takdir hakkımız yok.” “Yani 3 yıldır dosyaya hâkim olan mahkeme beni bırakıyor. Siz 10 dakikada dosyaya bakıyorsunuz ve benim tutuklanmama mı karar veriyorsunuz?” diyor. Heyet tutuklanmasına karar veriyor. SEGBİS odasından Cezaevindeki koğuşuna dönerken yandaki koğuşlardan “Halis Hoca geçmiş olsun, tutuklanmışsın.” diye söylüyorlar. “Siz nereden duydunuz? Ben daha yeni tutuklandım.” diyor. “Haberlere çıktı. Mecliste tutuklandığın söylendi.” diyor. Tabii ben Cezaevine girip bunları konuştuğumuzda biraz şaşırdım. Nasıl olabilir? Sonuçta eğer yakalamaya yönelik, tutuklamaya yönelik bir yakalama çıkarıldıysa saat 14.00’teki duruşmaya katılan avukatı benim. Bana ulaşılıp -en azından İstanbul’dan SEGBİS’le katılmıştım Korona sürecinde- İstanbul’dan yine katılmam sağlanabilirdi. Çünkü dosyaya bu süreçte hâkim olan, yüzlerce, binlerce sayfalık dosyaya hâkim olan avukatı dinlemesi başka; BARO’dan atanmış bir müdafinin -konuyla ilgisi olmayan- dinlenmesi başka. Halis Hoca, “Bu şekilde gerçekleşti.” dedi. O zaman bir SEGBİS kaydı tutulması gerekiyordu, SEGBİS yönetmeliğine göre. O kaydı izleyelim ve kimsenin mağduriyetine, yanlış anlaşılmaya yer vermeden bir hukuki girişimde bulunalım, dedik. SEGBİS kaydının izletilmesi ya da tarafımıza verilmesi için dilekçe verdik. SEGBİS kaydı da tutulmamış. Böyle olunca Hocanın sözlerine ve anlattıklarına itibar etmekten başka çaremiz de yok. Hocanın anlattığı şekilde geliştiyse bu olaylar, zaten hukuki anlamda hiçbir geçerliliği yok. Birazdan değerli katılımcılar da değerlendirecektir bu süreci. Bu tutuklama kararına daha sonra itirazda bulunduk. İtiraz üzerine 4. Ağır Ceza Mahkemesi, bir kısım delillerin henüz toplanamamış olması gerekçesiyle tahliyeye müsaade etmedi, tutukluluğunun devamına karar verdi. Şimdi 3 yıldır yargılamayı yapan mahkeme delillerin toplanmış olması gerekçesiyle müvekkilimi tahliye ediyor. Bir başka mahkeme henüz toplanamamış olan delillerden bahsediyor. Ve eğer toplanacak delil varsa duruşma zabıtlarına bu yansıtılır. Bir tanık dinletilecek olur; Emniyetten, İstihbarattan bir rapor beklenir. Bunların olmamasına rağmen böyle bir gerekçeyle tutukluluk hâlinin devamına karar verildi. İlerleyen safhada da yine tahliyeyi gerçekleştiren mahkeme, maalesef en son verdiği tutukluluğunun devamı kararında, kendisi de delillerin henüz tam olarak toplanamamış olması gerekçesiyle tahliye taleplerimizi reddetti. Burada üzerinde durulması gereken iki temel husus var. Hak ihlalleri; Anayasanın 138. maddesinin 3. fırkası çok açık bir şekilde “Görülmekte olan bir davayla ilgili Mecliste beyanda bulunulamaz, tartışılamaz, konuşulamaz.” hükmü getirmiş. Henüz görülecek olan, hakkında tutukluluk kararı verilip verilmeyeceği ile ilgili bir değerlendirme yapılacak olan müvekkilim hakkında Mecliste malumunuz olduğu üzere konuşmalar oldu. Haksız ithamlarda bulunuldu. “Mühebbet hapis cezası almıştı, Hizbullah davasından yargılanıyordu.” şeklinde biraz da provakatif konuşmaların sonucu, 10 dakika içerisinde görülen mahkemeyle tutukluluğuna karar verildi.
Bir diğer husus da hak ihlali olarak değerlendirebileceğimiz; seçilmiş müdafi ile temsil edilme hakkı. Bu da yerine getirilmeksizin hemen apar topar BARO’dan çağrılan bir meslektaşımızın katılımıyla bu tutuklama gerçekleştirildi. Burada hak ihlallerinin de dışında, mahkemenin gerekçesinde Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin normal heyeti tutuklamaya yönelik yakalama çıkarıyor, mesaileri dolduktan sonra başka bir heyet geliyor ve bu karar ile ilgili bir değerlendirme yapmaları isteniyor. Heyet, o değerlendirmede şu hususlara yer veriyor:
“Yakalama kararı uyarınca, sanığın yakalanmış olması nedeniyle Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin yakalama kararının, tutuklamasına yönelik olduğu anlaşılmakla sanığın CMK 100 ve devam maddeleri gereğince tutuklanmasına…” Bu hukuk anlamında bir gerekçe olamaz. Hukuk anlamında tutukluluk için; kuvvetli suç şüphesinin somut delillerin yanında kaçmasının, saklanmasının, delilleri karartmasının, tanık veya başka kişiler üzerinde baskı yapma girişiminin vs. olması aranır. Hani bir mahkemenin yakalama kararını, diğer bir heyet sanki tutuklama zorunluluğu varmış gibi algılayarak tutuklaması da ayrı bir ihlal. Bu ihlallerin toplanmasıyla toplamda 7,5 yıldır, en son yargılandığı Sakarya Mahkemesinde de 3 yılı aşkın bir süredir tutuklu. Panelimizin konusu da “uzun tutukluluk sürelerinin cezaya dönüşmemesi” ve bu aşamada müvekkilimin artık hem tutuklu kaldığı süre hem de birçok yerde açılan dosyalarındaki delillerin, iddiaların aynılığı da gözetilerek tahliye edilmesini umuyorum. Katılımcılardan değerli katkılarını bekliyorum. Teşekkür ediyorum, başkanım.
Moderatör: Biz teşekkür ediyoruz, bilgilendirmeniz için. Yani gördüğününüz üzere zaten teknik olarak çok esaslı bir hukukçu olmaya gerek yok aslında, alt alta dizdiğinizde yaşanan bu durumun ciddi bir hukuksuzluk olduğunu, ciddi bir haksızlık olduğunu ve aslında bireysel olmadığını, her an herkes için cereyan edebilecek bir hukuksuzluk olduğunu görmüş oluyoruz. Çünkü artık sistematik hâle gelmiş, sistemin bir unsuru hâline gelmiş bir uygulamadan bahsediyoruz maalesef. Ben devamında Rıdvan Abi’ye söz vermek istiyorum. Rıdvan Kaya, ÖZGÜR-DER Başkanı.
Halis Bayancuk’un fikirleri mi yargılanıyor?
Rıdvan KAYA (ÖZGÜRDER BAŞKANI): Bismillah. Elhamdulillah. Es-Salatu ve’s selamu alâ Resûlillah. Kardeşler, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesinde, 9 Nisan’da verdiği kararın sonrasında yarın tekrar yeni bir karar gündeme gelecek. Biz de bunu merakla bekliyoruz. Yani Serkan Bey, 9 Nisan’da neler yaşandığını anlattı, tekrar etmeye gerek yok. Ama şunun altını çizmek istiyorum tekrar: 3 yıl boyunca -ki elbette ortaya hiçbir somut delil koymaksızın- tutuklu yargılamayı devam ettirip ve daha sonra artık tahliye kararı verilen bir mahkeme kararı var. Fakat aynı gece apar topar, dosyaya bakan bir mahkemenin 3 yıl boyunca inceleyip tahliye kararı verdiği bir dosyada, bir başka mahkeme bir gecede, daha doğrusu 10 dakikada -Avukat kardeşimizin de belirttiği gibi- tekrar bir tutuklama kararı veriyor. Şimdi 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önüne bu dosya tekrar geliyor. Bakalım, merak ediyoruz. Kendilerinin ilk verdiği kararın doğruluğuna inanarak -inandığı için vermiştir muhtemelen- onda ısrar mı edecek, yoksa “bir kişi mağdur olacaksa olsun, hukuka uymayacaksa olsun, çok da önemli değil; yeter ki iktidardan, medyadan, muhalefet partilerinden, kamuoyundan bize dönük olarak, mahkememize dönük birtakım eleştiriler almayalım” gibi yani vaziyeti kurtarmaya, kendilerini kurtarmaya, gelebilecek birtakım eleştirileri üzerlerinden atmaya yönelik bir tavır mı alacaklarını göreceğiz. Doğrusu, elbette bu ülkede yaşayan her insan olarak hukuksuzluğun devam etmesini istemiyoruz. Bu yüzden verecekleri kararın en azından kendi ilkelerine uygun olmasını, kendi belirledikleri hukuk çerçevesine uygun olmasını elbette istiyoruz. Fakat maalesef, yani oluşturulan bu kamuoyu ortamının, manipulatif kamuoyu ortamının da herkesi ve hiç olmaması gerektiği anlamda mahkemeleri de tesiri altına aldığını biliyoruz. Burada şunun altını çizmek istiyorum: Olayın hukuki bir mağduriyet boyutu var. Bir Müslümanın, kardeşimizin mağduriyeti var. Dolayısıyla elbette buna sahip çıkmak durumundayız. Fakat olaya daha genel bakan insanlar için ya da bakması gereken insanlar için şunu vurgulamak istiyorum: Bir insanın mağduriyeti değil mesele sadece; çünkü bir insana göz göre göre yapılan bir haksızlık, aslında bütün topluma yapılan haksızlıktır. Yeryüzünde yapılan bir haksızlıktır. Dolayısıyla eğer siz bilerek, görerek, elinizde imkân olmasına rağmen haksızlığa yol açıyorsanız ya da haksızlığı normal görüyorsanız aslında toplumsal yapıda ciddi anlamda bir mağduriyete yol açıyorsunuz. Adalet binasını bir anlamda sarsıyorsunuz. Bu yüzden olayın bu boyutunun altını çizmek istiyorum. Elbette çok fazla haksızlık, hukuksuzluk cereyan ediyor ülkede. Fakat göz göre göre, bilerek, taammüden yapılan bu uygulamanın aslında herkes için bir zulüm olduğunu; yapanlar için dahi ciddi bir zulüm olduğunu; bir şekilde bu zulme bulaştıkları için, bu zulme ön ayak oldukları için, ellerini bulaştırdıkları için kendilerine de yaptıkları bir haksızlık olduğunu vurgulamak istiyorum.
Geçtiğimiz günlerde şöyle bir hadise yaşandı. Hatırlatmakta yarar görüyorum: Amerika’da George Floyd hadisesi diye başlayan olayları yaşadık. Bakın, bir insana yapılan bir zulüm vardı, bir insana yapılan haksızlık vardı. Başta Amerika’da olmak üzere bütün dünyada insanlar buna tepki gösterdi. Çünkü “George Floyd kimdir, nedir, ne yapmıştır; o andaki durumu neydi; polisin onu boğarken, ayağıyla boğazına bastırırken hangi saikle hareket etti?” vb. bunları tartışmadı insanlar. Denildi ki: “Burada açık bir haksızlık var, zulüm var. Bir insan değil sadece, insanlığın ölümü var.” Dolayısıyla bir nebze adalet duygusu taşıyan herkes buna tepki gösterdi. Başta ABD’de olmak üzere yüzbinlerce insan sokaklara çıktı, bunu protesto etti. Burada neyi gördük? İnsanlar -en azından adalet duygusunu, insanlık duygusunu yitirmemiş olan insanlar- bu olaya sessiz kalmayarak insanlığı kurtardılar. İnsanlık adına güzel bir tavır ortaya koydular.
Bu anlamda yaşadığımız ülkede -bu olaya kardeşlik hukuku açısından bakma durumu olmayan insanlar açısından dahi söylüyorum- bir insana göz göze göre yapılan haksızlığa, hukuksuzluğa göz yummak; insanlık değerlerinin öldürülmesine, insanlık değerlerinin yıpranmasına ve buna göz yuman insanların dahi insanlıktan uzaklaşmalarına yol açar. Bu noktada herkesin somut adım atması lazım, bu zulme sessiz kalmaması lazım.
Burada şunu görüyoruz. Baktığımız zaman yargılama var, yıllardır devam eden bir yargılama var. Burada gerçekten bunu vurgulamak lazım: Yargılanan ne, yargılanan kim?
Halis Bayancuk’un fikirleri mi yargılanıyor?
İlişkileri mi, çevresi mi yargılanıyor?
Ya da fiziki görünüşü, dış görünüşü mü yargılanıyor?
Maalesef, bizim net olarak gördüğümüz tablo bu. Medyada çıkan haberler, artı siyasilerin bu olaya dâhil olma biçimleri ve mahkemelerin süreci devam ettirme yaklaşımına baktığımız zaman -aslında ceza hukukunun temel kaidesi olarak eylemlerin yargılanması lazım, eylemlerden dolayı bir suçlama olması lazım- ortada bir yargılanan bir eylem görmüyoruz.
Zaten Halis BAYANCUK da kendisini net bir şekilde ifade ediyor, diyor ki: “Biz bütün sözlerimizi, yapıp ettiklerimizi kendimiz zaten yayınlıyoruz.” Dolayısıyla bununla alakalı eğer bir suçlama varsa buyurun, onu ortaya koyun. Ama hepimiz biliyoruz ki burada aslında yargılanan Halis Bayancuk’un düşünceleridir, ilişkileridir, irtibatlarıdır. Hatta tekrar vurgulamak istiyorum: Bazıları açısından dış görünüşüdür, fiziki görünüşüdür. Bu gerçekten büyük bir zulümdür ve bu asla kabul edilebilir bir durum değildir.
Evet, bu ülkede buna çok uzak mıyız? Maalesef, bu ülkenin tarihine baktığımız zaman, İstiklal Mahkemelerinden Yassıada Mahkemelerine, Sıkıyönetim Mahkemelerine, DGM’lere; oradan 28 Şubat’ın brifingli mahkemelerine… bütün bu süreci düşündüğümüz zaman evet, bu ülkede hukuk adına sistematik bir şekilde, yaygın bir şekilde hukuk cinayetlerinin işlendiğini, aslında ortada hukuk falan olmadığını hatta çoğu zaman kanunların bile uygulanmadığının; yani olayın çoğu zaman hukuka uygun olup olmamasının ötesinde kendi kanunlarına dahi, sistemin ve sistemin işleticilerinin kanunlara dahi uymadıklarının sayısız örnekleri var.
Bütün bunların artık bir şekilde bitmesi lazım. Çünkü herkes bütün bunlardan yakınıyor, herkes bunun yanlışlığını kabul ediyor ve itiraf ediyor, altını çiziyor. Artık bitmesi lazım geldiğini görmek lazım. Yani bu ülkede de artık insanların; en azından resmî ideolojiye aykırı düşündükleri için, resmî ideolojilerin dışında farklı birtakım düşüncelere sahip olduğu için taciz edilmemesi, itham edilmemesi, yargılanmaması gerektiğini vurguluyoruz. Resmî ideolojinin ve egemenlerinin din ve devlet hakkındaki düşüncelerinden farklı düşüncelere sahip oldukları için, farklı yaklaşımları oldukları için insanların itham edilmemeleri gerektiğini, yasadışı örgütsel ilişkilerle irtibat kurularak haklarında birtakım dosyalar açılıp mağduriyetlerine yol açmamaları gerektiğini, artık kabul edilmesi gerektiğini, bunun artık en azından bu konuda, hiç olmazsa bu konuda asgari bir mutabakat zemini oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Elbette hukuk devleti olmak bambaşka bir zemindir. Çok ileri bir noktadır. Fakat hiç olmazsa yaşanan süreçte asgari olarak kanunların hiç olmazsa uygulanmasının beklentisi içerisindeyiz. Maalesef, hukuk devletini, hukuk ilkelerini bıraktık; mevcut sistemin, ceza hukukunun belirlediği ilkeler çerçevesinde yapılan yargılamanın buna uymasının, asgari anlamda buna itibar edilmesinin -en azından şu aşamada- talebi içerisindeyiz.
Doğrusu bu talep çok basit bir talep, çok temel bir talep; fakat yaşadığımız bu sıkıntılara, yaşadığımız süreçlere baktığınız zaman maalesef bunu ifade etmek durumunda kalabiliyoruz. Bu noktada son olarak bunu tekrar vurgulamak istiyorum: Halis BAYANCUK olayında, biz bir kere daha insanların düşüncelerinden, görüşlerinden, inançlarından dolayı suçlandıklarını, mağdur edildiklerini, gerek manipülasyon ile gerek oluşturulmuş, kurgulanmış kamuoyu yönlendirilmeleri ile ve en temelde de muhalefetiyle, iktidarıyla, siyasi yaklaşım içerisindeki insanların da buna katkılarıyla bu süreçlerin yoğun bir mağduriyet ve haksızlık olgusu ortaya çıkarttığını görüyoruz. Bu haksızlığın artık son bulması talebimizdir. Teşekkür ediyorum.
Moderatör: Allah razı olsun, teşekkür ediyoruz. İnşallah son bulmasını temenni ediyoruz. Sözü Ali Öner’e bırakıyorum.
Ali Öner (MAZLUM-DER İstanbul Şube Başkanı):
Selamun aleykum. Sistemin temeli atıldığında, temel düzgün olmayınca bir türlü inşa etmeye çalıştığımız bina doğru çıkmıyor. Bir insanın ne düşündüğü, bir suç işleyip işlemediği, herhangi bir gerekçesi aranmıyor. Eğer herhangi farklı bir düşüncesi varsa, sisteme yönelik bir eleştirisi söz konusu ise bu kişi ya yok edilmeli ya da değişen dünya şartlarında eğer yok edilemeyecekse o zaman buna göre uzun tutukluluk süreleri konmalıdır. Uzun tutukluluk süreleri ile kişi; sistemin tanıdığı, gördüğü vatandaş tipine uymuyorsa bu uzun tutukluluk süresi ile terbiye edilmeye çalışıyor. Şimdi Türkiye’de Halis BAYUNCUK ve bu minval üzerinden birçok davanın gerekçelerine baktığınızda bunu çok rahat görüyorsunuz. Oluşturulmuş olan iddianame, bireyi içeride tutabilecek potansiyele sahip değil. Yani aslında kendilerinin yapmış olduğu bir put var. Bu putu da istediklerinde -eğer makul vatandaş değilse- çok rahat bir şekilde yiyebileceklerini bize gösteriyorlar. Şu anda bu dava da aslında bunu bize gösteriyor. Avukat Serkan Bey, uygun bir şekilde davanın durumunu bize anlattı. Diğer bir tarafta ise eğer ülkedeki mevcut şartlar bir mahkûmiyet sağlamayacaksa, o dördüncü kuvvet dedikleri -daha önceki darbeler döneminde, biliyorsunuz darbelerin ana ayağını medya hazırlıyordu, sonra da askerler darbeyi gerçekleştiriyorlardı- şu anda hem Meclis üzerinden hem medya üzerinden birileri mahkûm edilmişse, medya üzerinden hâkim üzerinden, savcı üzerinden, bir güç gösterisinde bulunarak, bir baskı uygulayarak, bu bireyin daha fazla içeride tutulmasını sağlayabiliyorlar. Halis Bey’in de bu son tutukluluğun sonlandırılması sürecinde ortaya konan durum da bunu bize gösteriyor. Medya bunu işliyor, doğal olarak on dakikada hâkimlerin dosya okuması gerekmiyor. Hâkimin yaptığı şey şu: Orada önündeki bilgisayara internet üzerinden isim giriyor, kim bu adam, diyor. Sonra oradan çıkan bir sürü aleyhine ya da lehine meseleleri değerlendiriyor. Sonra diyor ki: “Hiç başımızı ağrıtmaya gerek yok. Birileri bunu istiyor. Zaten medyada da ağrılık bu yönde, bir şey olmaz. Bir 5-10 yıl daha yatsın ne olacak? Zaten bu vatandaş da değil.” Türkiye’de birçok siyasi mesele, siyasi dava bu minval üzerinde yürüyor. Bu anlamda da kendilerinin oluşturmuş olduğu hem Anayasanın kendisi hem de ceza hukuku üzerinde, insan hakları bağlamında -insan hakları bağlayıcıdır- bu bağlayıcılığının hepsinin çok rahat bir şekilde sonlandırıldığını görüyoruz.
Bizim burada toplanmamızın nedeni, nisan ayında evinde olması gereken, yani dışarıdan yargılanması gereken Halis Bayancuk’un da yarın yapılacak davasında bu medya baskısı, birilerinin bu hukuksuzluğu en azından dile getirmek, belki bu anlamda da bu hukuksuzluğun giderilmesi… En azından geç gelen hukukun, geç gelen adaletin adalet olmadığını biliyoruz. Geç gelmesi, zaten bir gecikme var. Daha da gecikmesin. Bunun sonlandırılması için bir çağrıda bulunmak ve bu anlamda da en azından yarın öbür gün herhangi birisi düşüncesinden dolayı Türk yargısının karşısına çıktığında şundan emin olmak ister: Ben düşüncelerimle… yani çünkü benim düşüncelerim, ifadelerim, inançlarım anayasal güvence altına alınmış, bunu kendi Anayasaları söylüyor. En azından ben düşüncelerimden dolayı, inancımı yaşamaktan dolayı herhangi bir mahkemenin karşısına çıktığımda adil yargılanabileceğim güvenini almak istiyorum. Bu güveni de kaybetti. Onun için Türkiye’de bir hukuk krizi var. Bu krizin de aşılması gerekiyor. Medyanın hukuk üzerindeki bu baskıcı, zorbacı yargıların bitirilmesi gerekiyor. Bunların dile getirilmesi gerekiyor. Ve Türkiye’nin de artık bu İstiklal Mahkemesi zihniyetinin devam edilmemesi gerektiğini; artık gerçekten adil, şeffaf bir yargılamanın olması gerektiğini; bu ülkenin bütün vatandaşlarının bundan emin olması gerektiğini bilmesi gerekir, diye düşünüyorum. Onun için de inşallah yarınki davada bu körelenmiş, olabildiğince adaletsiz yargı, gerçek kararını vererek adil bir yargılamayla en azından şimdiye kadarki hukuksuzluğu bir nebze de olsa bertaraf eder, diye ümit ediyorum. Teşekkür ederim.
Moderatör: Umuyoruz ki çağrılar karşılıksız kalmaz. Sözü şimdi Kenan ağabeye, Kenan Alpay’a bırakmak istiyorum.
Garabetin büyüğü “mahkemeler üzerinde siyasi baskısı var” diyenlerin tavrıdır
Kenan Alpay (Gazeteci-Yazar): Bismillahirrahmanirrahim… Allah’ın selamı, rahmeti, mağfireti, bereketi üzerimize olsun.
Şimdi, Halis Bayancuk ismi etrafında oluşturulan bir şaibe, bir şüphe hatta bir korku söz konusu ve bu korkuyu kimi zaman siyasiler kimi zaman medya kimi zaman da mahkeme beslemekte. Fakat bu korkuyu besleyip büyütürken Halis Bayancuk’un sözlerine, davranışlarına, eylemlerine, içinde bulunmuş olduğu çevreye, cemaate, arkadaşlarına dönük herhangi bir suç unsuru, herhangi bir terör unsuru bulamadıkları için bunu sanal bir biçimde üretip, bu sanal üzerinden toplumda bir korku, bir tedirginlik besliyorlar. Halis Bayancuk, esasen bir davetçi kimliğiyle bilinen, İslami ilimler üzerine uğraşan, gayret eden ve bu noktada insanları ahlaka, İslam’a, ibadete, infaka, kardeşliğe davet eden bir isim. Eğer herhangi bir suçu, kabahati, bir şiddeti, şiddete teşviki, şiddete övgüsü ya da birilerine bir kötülüğü, azmettirmesi söz konusu olmuş ise bütün bunlar; bunların mahkeme dosyasında, iddianamede bizim karşımıza çıkması gerekirdi. Ama benim de okuduğum kadarıyla, az önce Serkan Bey’in de ifade ettiği gibi herhangi bir biçimde böyle bir şiddet, şiddete övgü, şiddete teşvik söz konusu değil. Ancak itikadı, ameli, daveti, tebliği ve insanlara teklif etmiş olduğu dünya görüşü üzerinden Halis Bayancuk, işte sakallarının da bir uzun olması, hanımının tam tesettürlü olması gibi bir takım Türkiye Cumhuriyeti devletinin öteden beri mahsurlu gördüğü, sıkıntılı gördüğü, kendi açısından tehdit gördüğü bir takım fiziki görünüşler üzerinden de ona karşı bir infaz başlatmış oldu. Şimdi infaz diyorum, gerçekten de bir infaz… Çünkü 9 Nisan akşamı ben de canlı yayındayken bu haberi öğrendiğimde bunu ifade etmek durumunda kaldım. Eğer 3 yıl boyunca dosyaya bakan mahkeme tahliye kararı veriyor da bir başka mahkeme 10 dakikalık bir görüşmeyle SEGBİS üzerinden tutukluluğuna devam kararı veriyorsa burada büyük bir garabet vardır. Ama garabetin asıl büyüklüğü sürekli bir biçimde “mahkemeler üzerinde siyasetin baskısı var” diyen insanların ortaya koymuş olduğu tavırdır. Çünkü Halis Bayancuk’un tahliye edildiği/edileceği gün, mecliste CHP ve HDP grup başkan vekilleri tarafından Halis Bayancuk’la ilgisi/alakası olmayan birtakım suçlamalar meydana getirildi. Burası çok önemli bence… Mahkeme sürecindeki tutarsızlıklar, delil olmadan ön yargıyla adeta infaz niteliğindeki verilen -zulme varan- kararlar bir tarafta; diğer tarafta “Türkiye’de siyaset, mahkemeler üzerinde hâkimler savcı üzerinde baskı kuruyor” diyen CHP’li ve HDP’li milletvekillerinin açıkça yalan ve iftira ile Halis Bayancuk’u tutuklatma yönündeki gayretleridir. Üstelik unutmamak gerekir ki; Halis Bayancuk’la ilgili onun IŞİD, el-Kaide ya da Hizbullah ve benzeri birtakım örgütlerle ilişkili olup cinayet işlediğini iddia eden ve bunu meclise getiren kişiler yine kendisi de bir dönem milletvekili olup sonra tutuklanan Eren Erdem’di. Dolayısıyla bu ilişki ağları da göz önünde tutulduğunda Türkiye’deki yargılama meselesinin hukuktan ziyade tamamen o iklime dönük; o iklimin duygularını, düşüncelerini tatmin etmeye dönük bir -maalesef- mizansenden ibaret olduğunu söylemek durumundayım. Burada eğer mahkeme, hukuka saygı göstermek istiyorsa, hukuka saygı gösterirken kendi saygınlığını da muhafaza etmek istiyorsa, burada yapılması gereken şey; hakkın iadesidir. Hakkın iadesi… Yani biz bunu Halis Bayancuk (sadece) Müslüman olduğu için talep etmiyoruz. Halis Bayancuk Müslüman olduğu için talep ediyoruz ama o herhangi bir biçimde bizim dostumuz, arkadaşımız, kardeşimiz, aynı dünya görüşünden bir insan olmasa da bunu biz yine de talep etmek durumundayız; Osman Kavala için talep ettiğimiz gibi, Nazlı Ilıcak için talep ettiğimiz gibi, Ahmet Altan için talep ettiğimiz gibi ya da Mümtaz Ertürköne için talep ettiğimiz gibi… ya da daha da ileri gitmek gerekirse, cezaevlerinde FETÖ suçlamasıyla bulunan birtakım insanların aşırı birtakım cezalara çarptırılmasıyla ilgili olduğu gibi…
Mümtaz Ertürköne ismini özellikle zikrettim. Biliyorsunuz birkaç gün önce Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, ‘’Mümtaz Ertürköne’nin abisi Mustafa Türköne’nin şu kadar yıl önce bir ülkücü kimliğinden dolayı öldürülmüş olmasından dolayı bir ülküdaşımızdır’’ dedi ve ‘’o dosya tekrar görülsün, dosyaya ben baktım haksızlıklar var…’’
Şimdi bizim ne yapmamız gerekiyor? Acaba Halis Bayancuk’un dosyasını alıp Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi’ne gönderip ‘’Sayın Bahçeli, bu dosyayı da incelemek ister misiniz?’’ diye sormamız mı gerekiyor acaba? Herkes kendi ülküdaşının, kendi fikirdaşının, kendi ideolojisine/çevresine mensup olan insanların dosyasına bakıp o dosyadaki tutarsızlıkları, eksiklikleri, aşırılıkları görüyor. Peki, bizim dosyamızdaki eksiklikleri, tutarsızlıkları, aşırılıkları kim görecek? İşte biz burada herkes için adalet vurgusunu tekrar etmek zorundayız. Çünkü yerler ve gökler ancak adalet üzere ayakta durmaktadır ve bizim de talebimiz kimseye haksızlık etmek, kimsenin işlemiş olduğu bir suç varsa bizim yakınımızdır, dostumuzdur diye tahliye edilmesini beklemek durumunda değiliz. Eğer suçu olduğuna inanıyor olsak zaten bizim burada olmamızın bir anlamı da olmaz. Ama sorun suçsuz olduğuna, kendisine dönük birtakım yalanlar olduğuna, yalanlarla, isnatlarla, iftiralarla aşırı bir biçimde hakkının, hukukunun çiğnendiğine burada dikkat çekmek istiyoruz.
Bir başka nokta; “Türkiye’de sürekli gazeteciler tutuklanıyor, akademisyenlere cezalara veriliyor” diyorlar; siyasi kimliğinden dolayı, aidiyetlerinden dolayı… Peki ya Halis Bayancuk gazeteci değil midir? O da bir gazetecidir, o da yazıyor, o da dergi çıkartıyor, kitap çıkartıyor, televizyonlarda programlar yapıyor, o da bir gazeteci kimliğine sahip… Akademisyen değil midir? Yani akademisyen olmak için illa onun isminin önünde Doçent Doktor ya da Profesör mü yazması gerekiyor? İlmî anlamda gayretleri varsa ve bir toplumun ilmî anlamda, bilimsel anlamda ilerlemesine, ahlaki anlamda donanımlı olmasına dönük gayretleri varsa o insanın da akademisyen olduğunu biz ifade etmek durumundayız. Dolayısıyla son olarak söylemek istediğim şey; en nihayet 1-2 ay önce bir infaz düzenlenmesi yapıldı. Af verilmiyor ve maalesef orada adli suçlardan ötürü, cinayetten, yüz kızartıcı kimi suçlara kadar ceza almış birtakım insanlar tahliye edildiler. Fakat siyasi kimliklerinden ötürü, İslami kimliklerinden ötürü, davet gayretlerinden ötürü kimi arkadaşlarımızın, işte bunun içerisinde Hizbu’t-Tahrir davasından yatan arkadaşlarımız da var. Hâlâ haklarında arama kararı çıkartılmış olan arkadaşlarımız var. Yani burada İslam’ı tebliğ etmenin, İslam’a davet etmenin önünde maalesef resmî ideolojinin kalın ve aşılmaz bir duvar olarak dikildiğini de ifade etmek durumundayım. Yoksa mesele sadece basit konjonktürel hesaplardan kaynaklanmıyor. Ben bunları ifade etmek isterim ve son olarak da yarın inşallah, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi geçen Nisan ayında vermiş olduğu kararın arkasında durur, yapmış olduğu aşırılıkları telafi yoluna gider ve burada tahliye kararını tereddütsüz bir biçimde ortaya koyar. Aksi durumda Türkiye’de zaten hukuk meselesi, yargı meselesi, mahkeme meselesi maalesef Breaking’lerle anılıyor, Kel Ali’yle, Ömer Egesel’le, Ruhset Demiral’la, Ural Savaş’la, bilmem kimlerle anılıyor. İnşallah artık bu kötü gidişatın önüne geçilir ve Türkiye’de hukukun tecellisi yönünde güzel bir adım atılır diye ümit ediyorum. Teşekkür ediyorum, sağ olun.
Moderatör: Teşekkür ediyoruz ve umuyoruz ki, yarın inşallah hak yerini bulur. Şunu söylemek lazım tabi, birçok şey konuşuldu ama atlandı diye düşünüyorum. Halis Bayancuk 2008 yılından beri yargılanıyor aslında Türkiye’de… Ve defalarca tutuklanıyor, serbest bırakılıyor sonra bir daha tutuklanıyor. Bugün itibarıyla toplam tutukluluk süresi 7 yılı geçmiş durumda bildiğim kadarıyla ve hakkında bugüne kadar verilmiş tek bir ceza yok. Kenan Abi af kanunundan bahsetti, biz direkt af kanunu diyoruz buna; örtülü bir aftır çünkü. Bu kanun çerçevesinde örneğin 20 yıl ceza almış bir insan 7 yıl yatmaz. 20 yıl ceza almış bir insan 7 yıl yatmıyor şu an. 2020 Mart öncesi işlenen suçlar için söylüyorum. Affın içerisindeki suçlar için söylüyorum. Yani şu an 20 yıldan fazla ceza almış bir insanın psikolojisi de aslında… Yatırılmaya devam ediliyor Halis Bayancuk, hâlbuki aldığı bir günlük bir ceza bile yok. Bu zaten zulüm olarak tek başına almaya yeter bir mesele maalesef. Sözü son olarak Enes Yelgün’e bırakıyorum. Sonrasında salona da döneceğiz inşallah.
Müfterilerin bahaneleri: “Biz medyadan sizinle ilgili bunları duyduk ve sizinle alakalı böyle bir değerlendirme yapma ihtiyacı hissettik!”
Enes YELGÜN (Tevhid Dergisi temsilcisi): Bismillahirrahmanirrahim. Öncelikle Mazlum-Der ve Özgür-Der yetkililerine böyle bir organizasyon düzenledikleri için teşekkür ediyoruz. Yaşadığımız şu dönem içerisinde gerçekten birçok mağduriyet ile karşılaştık. Kaya Bey’in de ifade ettiği gibi Halis Bayancuk Hoca 2008 yılından beri yargılanıyor. 2007 yılından beri Türkiye’de insanları İslam’a çağıran bir davetçi. Tevhid Dergisi camiası olarak o günden beri defalarca soruşturma geçirdik, birçok kardeşimiz cezaevine alındı, tutuklandı. Şu an hâlâ mahkûmiyet almış olan ve cezaevlerine alınmış olan kardeşlerimiz var. Böyle bir süreç içerisinde bu mağduriyeti dillendirme konusunda birçok camia geride duruyor. Fakat Özgür-Der, Mazlum-Der, yine burada katılımcılardan Köklü Değişim Dergisi olarak ve diğer camialardan aynı şekilde bu konuda bize destek çıkan, bu mağduriyeti dillendirenlere tekrardan teşekkür etmek istiyorum. Burada değerli katılımcılar birçok hususa değindiler. Fakat ben özellikle bir meseleyi hem de bu basın toplantısının sloganlarından bir tanesi olan medya lincine son verilmesiyle alakalı, son hususa kısa bir şekilde değinmek istiyorum. Tevhid Dergisi camiası olarak bizler özelde bunu bizzat yaşadık. Fakat farklı camiaların da aynı zamanda yaşadıklarını görmüş olduk. Maalesef yargılamalar sadece mahkeme salonlarında yapılmıyor. Bizlere herhangi bir suçlama yöneltildiğinde, bizler mahkeme salonlarına gittiğimizde kendimiz hakkında savunmalar yapabiliyoruz. İşte orada bizimle ilgili söylenen delilleri çürütebiliyoruz. Mahkeme başkanını belki ikna edebiliyoruz veyahut da savcıyla alakalı bir diyaloga geçip onu ikna edebiliyoruz. Fakat daha sonrasında yapılan yargılamaların aslında mahkeme salonu dışına da taştığını, işte son örnekte yaşadığımız gibi mecliste de bir mahkeme kurulduğunu veyahut da işte farklı yerlerde medyada bir mahkeme kurulduğunu görüyoruz. 28 Şubat sürecinde veya daha önceki süreçlerde mahkeme salonu dışındaki bu yargılamalara veyahut da yargılamalara müdahalelere biz zaten şahitlik etmiştik. Fakat son süreçte bunun çok daha fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Biz bu -özellikle- son tutuklamayla, son tahliyeyle ve daha sonrasında tekrar tutuklamayla alakalı süreçte medya üzerinde hâlâ medyanın mahkemeler üzerinde bir etkisi olduğuna bir kez daha şahitlik etmiş olduk ve maalesef artık şöyle bir pozisyona geldik. Biz sadece mahkemeleri ikna etmekle yetinmeyeceğiz aynı zamanda meclisi de ikna etmemiz lazım, medyayı da ikna etmemiz lazım. Onlara da bizim suçsuz olduğumuzu ifade etmemiz, anlatmamız lazım. Her birisiyle alakalı bütün bu savunmalarımızı yapacağız, hepsi razı olacak, ‘’evet, bunlar suçsuzdur…’’ (diyecek). Ondan sonra Halis Hoca hakkında veya diğer mağdurlar hakkında olumlu bir şekilde karar verilebilsin. Öncelikle bu hususun altını çizmek istiyorum. Burada medyanın çok ciddi bir etkisinin olduğunu, yazılı ve görsel medyayla birlikte son süreçte özellikle sosyal medyanın, Youtube’da kişilerin bireysel olarak paylaştıkları videoların da aynı şekilde bu mahkeme süreçlerini etkilediğini söylemek gerekir.
Burada bir özeleştiri de yapmak isterim. Bizler de sonuçta bir camia olarak kendi yayın organlarımız var. Haber sitemiz var, işte diğer kuruluşlarımız mevcut. Bu medyaya düşen haberlerle alakalı onları gündemleştirmeyle ilgili olarak maalesef biz de geçmiş dönemde bu haberlerin kimden geldiğine dair net bir araştırma yapmadan belki -bu haberleri- biz de servis etmiş olabiliriz. Ama gelinen süreçte şunu görüyoruz ki, demek ki bu haberlerin kimden geldiği net bir şekilde araştırılmalı ve eğer haber verilecekse en azından iddia boyutunda verilmelidir. Bugün önümüze FETÖ ile ilgili bir haber geldiğinde şu gözle bakmamız gerekir: Bu haber kimden geldi, gerçekten bu haberin kaynağı doğru bir kaynak mı? Velev ki her şeyi doğru olsa bile o “iddia” kısmını atlamamak gerekir. Bu konuda İslami Camialar olarak kötü bir sınav verdiğimizi geçmiş dönem için söyleyebilirim. Mesela, kendimizle alakalı çıkan haberlerle ilgili sürekli arşiv yapıyoruz. 2008 yılından beri yapılan haberler gerçekten tek tek anlatılsa, üzerinde durulsa çok ciddi bir şekilde iddiaların, iftiraların olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Konuşmacılardan birisi, Eren Erdem ile ilgili konuyu anlattı. Dedi ki, işte Eren Erdem meclis kürsüsünde diyor ki: “Bu Halis Bayancuk diyerek, (herhalde elinde kâğıt olunca biraz daha inandırıcılığı fazlalaşıyor) IŞİD’in Türkiye liderliği, evinde silahlar, bombalar, patlamaya hazır bir araba bulundu.” diyor. Hani bu kadar rahat bir şekilde -yalan ne kadar büyük olursa inandırıcılığı da o kadar olur mantığıyla herhalde- rahatlıkla söylenebiliyor ve bunun sebebi de zaten medyada çıkan haberlerle (alakalı) biz daha sonrasında hakkımızda menfi olarak konuşan kişilerle görüştüğümüzde diyorlar ki: “Evet, doğru söylüyorsunuz. Biz zaten sizinle ilgili bilgileri medyadan alıyoruz. Bu yüzden bu açılamayı yaptık.” Kimse bize bir şey sorma ihtiyacı hissetmiyor. “Biz medyadan sizinle ilgili bunları duyduk ve sizinle alakalı böyle bir değerlendirme yapma ihtiyacı hissettik” diye söylüyorlar. Öyle ise burada elbette birbirimizle alakalı veyahut da hangi kesim olursa olsun fark etmez, yaşanan bir mağduriyetle alakalı medyada çıkan haberlere net bir şekilde “işte bu doğudur” diye yaklaşmamak, ilk önce bunun arka planını araştırmak ve ondan sonra hakkın ve doğrunun yanında olmak hepimizin üzerine bir vazifedir diye düşünüyorum. Bunu da belirtmek istedim. Ben burada sadece bu süreç içerisinde iki tane farklı camiadan basında çıkan haberler ilgili örnek vermek istiyorum. Son tutuklama, tahliye ve sonrasındaki tutuklamayla alakalı olarak ODA TV’de çıkan bir haber var. ODA TV bildiğiniz üzere provokatif haberler yapmakla meşhur bir yayın organı… Şöyle bir başlık atıyor: “Diri diri insan yakmak caizdir diyen Hanzala hakkında önce tahliye sonra tutuklama.” Haberin başlığı bu şekilde… Sonra bir spot geçiyor, diyor ki: “IŞİD’in Türkiye yapılanmasından sorumlu olan ve kamuoyunda Ebu Hanzala olarak bilinen Halis Bayancuk tahliye edildi” ve daha sonra haberle ilgili bir bilgilendirme var. Fakat bu başlık içerisinde “Diri diri insan yakmak caizdir diyen Hanzala hakkında önce tahliye sonra tutuklama” bu ifadeyle ilgili tek bir pasaj yok. Yani sonuçta manşet nedir? Manşet dediğimiz şey, aslında insanların ilk önce bir dikkatini çeker haberin içerisinde… “Gel sana bu haberin izahatını yapayım, anlatayım, tafsilatını vereyim” der. Fakat bu ifadenin haberin içerisinde değinildiği bir nokta dahi yok. Niye peki böyle bir haber yapıyor? Çünkü zihinlerde öncelikle bununla alakalı bir algı oluşturacak. Zaten böyle fetva veren birisi varsa kalsın içeride, ona her şey müstahaktır, diye rahatlıkla söylenebilsin. Böyle bir fetva var mı peki, böyle bir fetva yok. 10-15 dakikalık bir videonun 10-15 saniyesinde bu görüşün sahiplerinin delilleri zikrediliyor. En sonunda Halis Bayancuk Hoca bu görüşe kesinlikle katılmadığını, doğru olmadığını beyan ediyor ve söylüyor. Ama insanlar cımbızlama ahlakına sahip oldukları için, -bu son süreçte bu daha da fazlalaştı- onu alıp medyaya bu şekilde servis edebiliyor. Tabii ki diyebiliriz; “ODA TV bizi çok da fazla ilgilendirmiyor, ODA TV zaten bu haberlerle meşhur olan bir medya kuruluşu…” Ama tırnak içerisinde bizim camiamızdan adlandırabileceğimiz TimeTürk var. 2018 yılında yapılan bir haber var. Kendilerini muhafazakâr, İslami bir camia olarak adlandırıyorlar, onun da haber başlığı şu şekilde: “Ebu Hanzala ABD ile anlaşma yapıldığını itiraf etti.” Şu anda Google’da Halis Bayancuk veya Ebu Hanzala yazıldığında ilk çıkan haberlerden bir tanesidir. Biz defalarca bu kurumun yetkililerine ulaşmaya çalıştık ve ulaştık aynı zamanda. Dedik ki: “Eğer Ebu Hanzala ABD ile anlaşma yapıldığını itiraf etti başlığı haberin içerisinde de geçiyorsa biz bu habere itiraz etmeyeceğiz. Fakat haberin içerisinde bu cümle tek bir yerde dahi geçmiyor.” Burada sadece diyor ki: Ebu Hamam’da (herhalde ebu ha… diye başlayınca geri kalanını uydurmuşlar) IŞİD’in ABD ile anlaşma yaptığını duyurdu. Yani başka bir itirafçı diyor ki: ‘Ben Suriye topraklarındayken orada Ebu Hamam diye birisiyle karşılaştım. O dedi ki: “ABD ile anlaşma yaptık. Yaralılar buradan geçecek…” diye anlatıyor. Başlık ne peki? “Ebu Hanzala ABD ile anlaşma yapıldığını itiraf etti” Peki niçin bu haber kaldırılmıyor? Eğer adalet ve hak duygusu olsaydı zaten böle bir haber yapılmazdı. Ama madem böyle bir hata yapmışsınız, belki unutmuşsunuz, belki gözden kaçmıştır, denilseydi en azından düzeltilirdi. Fakat maalesef bununla ilgili herhangi bir değişiklik yapılmıyor ve insanlar Halis Bayancuk Hoca veya Ebu Hanzala ile ilgili herhangi bir arama yaptıklarında Google’da karşılarına ilk çıkan şey bu oluyor. Elbette ki insanlar da bu haberlerden etkilenip daha sonra mahkemelerin verdikleri kararları veyahut da medyanın yaptığı ikinci mahkemelerdeki verdiği kararları gayet normal bir şekilde karşılayabiliyor.
Burada Rıdvan Kaya abinin söylediği hususu çok önemsiyorum. Burada Halis Bayancuk Hoca veya a şahsına, b şahsına yapılan zulüm değildir mesele. Mesele, burada aslında hepimizin içinde olduğu bir şeydir. Biz herhangi bir kimsenin haksızlığına karşı sesimizi çıkarmadığımızda aslında o zulmün bir parçası haline gelmiş oluyoruz. Bu, istisnasız sevdiğimiz-sevmediğimiz, görüşüne katıldığımız-katılmadığımız herkes için geçerli olan bir şeydir. Bunu özellikle belirtmek gerekir.
Son olarak şunu eklemek istiyorum. Ondan sonra sözü size bırakacağım Kaya Bey. Burada özellikle 2008 yılından beri yapılan yargılamalarda şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki, biz düşüncelerimizden ve inançlarımızdan dolayı yargılanıyoruz. Fakat düşüncelerimiz ve inançlarımız; çok aşırı, radikal, rahatsız edici diyebileceğimiz düşünceler, ifadeler olabilir. Bunların herhangi birinin var olması bizi suçlamak için yetmez. Eğer böyle bir davadan dolayı ceza alınacak olursa da o zaman bu kendi ifadeleri, normal makul toplumun ifadelerinin dışında olan herkesi de etkileyecek olan bir sürecin başlangıcı demektir. Bugün belki mevcut iktidarla araları iyi olan kişiler, toplumlar, kuruluşlar bunlar etkilenmeyebilir. Fakat yargı için bu tür kararlar kültür haline geldiğinde yarın öbür gün iktidar değiştiğinde, o siyasi iktidarın yargıya müdahalesi gerçekleştiğinde düşüncelerinden dolayı herkes, farklı camialar da yargılanmaya başlayacak. Bizim yargılandığımız dosyalarda delil klasörlerinin içinde Fi Zilali’l Kur’ân var. Buradaki katılımcıların hemen hepsinin evinde zaten Fi Zilali’l Kur’ân vardır. Yani bunlardan çıkartılan özetler, eğer delil klasörlerinde yer alıyorsa o zaman buradaki herkes yargılanmaya konu olacak bir suç, bir fiil ya işlemiştir yahut da yargılanmasını bekliyordur aslında. O yüzden bu hususun özellikle altını çizmek istiyorum. Ümit ediyorum ki yarın Allah’ın (cc) yardımıyla sizlerin de aynı zamanda desteği ile beraber Halis Hocamız için bir tahliye durumu gerçekleşir. Bu mağduriyetler son olur. Sadece Halis Hoca ile alakalı değil. Yaşanan bu mağduriyetlerden etkilenen herkes için de aynı zaman da güzel günlerin geleceği bir süreç tekrardan başlamış olur. Hepinize tekrar teşekkür ediyorum.
Moderatör: Teşekkür ediyoruz. Enes Yelgün, medyanın bu tür haberlerinden etkilenen toplumun da tutuklamalara artık hoş gözle baktığını ifade etti. Eksik bir beyan. Çünkü maalesef yargı da bu aynı şekilde bu beyanlara, haberlere bakarak etkileniyor. Yani – en azından kendisine saygısı olan- normal bir yargı düzeninde tahliyesi çıkmış bir insanla alakalı meclisten gümbür gümbür tutuklama talep edilmesi söz konusu olduğunda, bizzat o mahkemenin, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüsten, meclis kürsüsünden konuşmalar yapanlarla da medyadan bunun propagandasını yapanlarla ilgili olarak da soruşturma için savcılığa suç duyurusunda bulunması gerekirdi. Ancak bu işletilmiyor, bu işletilmediği gibi, mahkemeler doğrudan etkileniyor maalesef… Bu tür medya, sosyal medya veya siyaset baskısı üzerinden oluşturulan ortamdan etkileniyor. Ve bir saat önce verdiği karar, bir başka mahkeme tarafından geri alındığında muhtemelen geceleri de rahat uyuyorlar. Kendilerine öz saygısı olan insanların aslında bunu kendilerine reva görmemeleri gerekir diyorum.
Konuşmacılar sözlerini tamamladı. Salon içerisinden, vakıf-dernek temsilcisi arkadaşlar varsa söz almak isteyene kısaca söz verebiliriz. Pandemi sebebiyle ortamda klima çalışmadığı için, genel bir terleme hâli ve havasızlık söz konusu… Çok uzatmak istemiyorum. Söz almak isteten varsa vereyim yoksa böylece kapatalım.
Katılımcı: Ben, bir cümleyle şöyle toparlayayım mı?
Moderatör: Evet, tabi buyurun.
Katılımcı: Tüm katılımcılara teşekkür ediyorum. Allah razı olsun, herkes kendi nazarından güzel bir sunum yaptı. Buradan alt başlık sunarsak; adalet ve karşısına siyaset ve medyayı görüyoruz maalesef. Bu birkaç zamandır olan bir hadise, geçmişte adaletten şikâyet eden kardeşlerimiz bugün aynı sıkıntıları kendi yapıyorlar maalesef. Buna ister siyaset deyin ister üst akıl deyin, ister bir güç deyin. Maalesef adalet üzerinde bir baskı var. Adalete hiç mi iş düşmüyor? Maalesef ki bunun sebebi insan kumaşımızla ilgili. Oysa adalet dağıtmak ile görevli olduğunu söyleyen kardeşlerimiz mutlaka bedel ödemeli. Çözümlerden bir tanesi budur. Dolayısı ile, öncelikle kararı ona göre vermek…
Burada örnek olarak, Kenan Bey’in son üç-dört yazısını okursanız, orada tırnak içinde siyaset ve adalet içindeki dengeden bahseder. Ülkemizde Son 7-8 ayki gelişmelere bakarsanız, mahkemelerden çıkan kararların, önce beraat sonra tutuklama şeklinde olduğunu en az 8-10 tanesini ben biliyorum medyadan. Serkan Bey iyi bilir. Hukukçunun, yargının karar verirken gerekçeli kararını bilir. Bu gerekçe sonradan, Anayasa Mahkemesi’ne söylenir, yayınlanır. Bu kanun koyucu, kanun koyarken gerekçe sunar. O gerekçe bir şey özetler. Buradaki gerekçeye bakıyorsunuz. Aynı mahkeme bir saat önce bir şey söylemiş. Her şey gayet normal. Bir saat sonra farklı bir şey söylemiş. Bu da, o mahkeme üzerindeki -dediğim- güçlerin ne kadar tesirli olduğunu -buna siyaset de dahildir- gösterir. Tüm bunların özeti; Peygamberimiz aleyhi’s selam bu tür zamanlarda sahabeye sorduğunda “Ne istersiniz?” diye, “Bana bir oda dolusu adam lazım” demiş Hz. Ömer. Yani insan kumaşına dikkat çekmiş. Son söz olarak da Confucius’tan bağlamaya çalışayım. Confucius şöyle demiş: “Kral adil ise kanuna gerek yoktur.” Çünkü adalet vardır. Ama kral zalimse kanunun zaten hükmü yoktur. Dolayısıyla bu da insana bağlanıyor. Hem fiilî olarak hem doğal olarak ilişkilerin iyi olması için gayret gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tüm katılımcıları tebrik ediyorum. Allah razı olsun.
Moderatör: Biz teşekkür ediyoruz. Dua yerine geçer inşallah yaptığımız bu çalışma.
Evet değerli dostlar, değerli katılımcılar ve değerli sunucular!
Teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. Umuyoruz ki; bu toplantının da yarın duruşmada bir etkisi, bir yansıması olur. Katılımınız için teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. Allah’a emanet olun.
Kaynak: Tevhid Gündemi