Meclis’teki ‘tiyatro oturum’a gelen tepkiler

Bir ülkedeki kültürün seviyesi, siyasal tutarlılık, medeniyetin niteliği gibi özellikler en iyi, yöneticilere bakarak anlaşılır. Öyle ya tabanın aynasıdır yöneticiler. Demokratik sistemlerde bu durum daha net bir şekilde görülür zira milletin kendi seçtiği temsilcileri yani vekilleri vardır yönetimde. Sekülerizm temelinde oluşturulmuş Türkiye sisteminde, bahsettiğimiz temsilcilerin maharetlerini sergileme yeri TBMM’dir. Bizler de devletin zirvesinde, kendilerine yaraşır işleri sergilediklerini çok zaman müşahade etmekteyiz.

Geçtiğimiz günlerde, bazen seyrine doyum olmayan gösterilerden biri daha gerçekleşti millet meclisinde. Bu defa alışılagelmiş şekilde birbirine küfredip saldıran yada yumruklaşan ve hatta diğerini ısıran vekillere rastlamadık. Bilakis bu defa sahnelenen, ortak payda üzerinde buluşan ‘özgür’ ve ‘özel’ milletvekillerinin çok nadir yaşanan oydaşmasıydı. 

Nadir dedik ama vekillerin bilgi eksikliği, yalana dayalı tezleri ve kitleleri hüsrana uğratan üslupları gibi değişmeyen şeyler de vardı elbet. Bununla beraber bu oturumda yaşananlar ”Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz; şahsın görünür rütbe-i aklı, eserinde” mısralarına şayandı.

Malumunuz içinde bulunduğumuz korona günlerinde her ülke, vatandaşlarına başta sağlık olmak üzere birçok hizmet sunma yarışı içerisinde. Tabi aynı zamanda, ‘büyük’ devlet olmak sadece kendi vatadaşına hizmet etmekle sınırlı değil. Binaenaleyh Türkiye de lutfedip yedi düvele, ‘hümayun’dan tertip, yardım kervanları yollamış ve bunları duymayan kalmasın diye her türlü vasıtayı etkin şekilde kullanmıştı.

Hal böyleyken, devletin ‘yavru zirvesi’ TBMM de boş durmamış, saraydan gelen talimatla infaz düzenlemesini alelacele hayata geçirmişti. ‘Büyük’ meclisten ‘büyük’ hizmet… Burada yanlış bir anlaşılmaya mahal vermemek adına hemen belirtelim ki bu hummalı çalışmalar esnasında meclis gaflete düşmemiş ve hiçbir ‘siyasi’ suç(lu) af kapsamına dahil edilmemiştir. Yani birilerinin endişe etmesine gerek kalmamıştır.

Bu zor günlere rağmen yüksek gayretle(!) görevlerini ifa eden milletvekilleri, ‘vicdanlar yara almasın diye çıkarıldı’ denilen infaz yasasında çizgilerini bozmamış ve vaadeddikleriyle yaptıkları arasında bağ bırakmamışlardır. Vicdansız yargı mensuplarının başı çektiği bir yığın müsebbibin aymazlığı sebebiyle, bu ender oluşan konsensüsün de üstün gayretleriyle, sadece güç sahipleri tarafından beğenilmeyen/istenmeyen düşünceleri sebebiyle tutuklanmış ve suçu dahi ispat edilemediği halde yıllardır zindanlarda kalan müslümanlar cezaevlerinde kalmaya devam edecekler…Heyhat!

Ama durun! Meclisin, süreçteki yoğun himmetleri bu cürümle son bulmadı tabi. Aman tahliyelerde bir sıkıntı, bir sızıntı olmasın diye pür dikkat kesildiler. İşte Musa Üzer’in sözünü ettiğimiz yazısı da bu ‘tiyatro’ oturuma odaklanıyor. Üzer, yaşananları bir sinema filmine benzeterek, ”Üstelik sahneye önce hayatında 1984’ten beri sayısız cinayete, katliama, vahşete imza atmış; bebekler de dahil sayısız masum insanı katletmiş PKK için bir kez olsun ‘terörist’ dememiş HDP’nin pek antipatik vekili Meral Danış Beştaş çıkıyor. Meclis oturumuna bomba gibi düşen bilgiyi veriyor: IŞİD’in Türkiye sorumlusu Halis Bayancuk tahliye edilmiş. Aman Allah’ım! Bu tek adam rejiminden neler çekiyoruz minvalinde haykırışlarla yoldaşlarından yardım istiyor.” çizgisindeki cümleleriyle taşı gediğine koyuyor.

Söz konusu oturumda, Meral Beştaş’ın düğmeye basmasıyla biranda gündem değişiyor, bu noktada milletvekillerinin yaşadığı heyecan bizlere, dillerinden dökülen hezeyanlarla yansıyordu. Söz önce iktidar partisinde. Çankırı mebusu Muhammet Emin Akbaşoğlu “Hemen tahkikat yapıp sizleri bilgilendireceğiz aman bizleri suçlamayın ne olur!”  tarzındaki açıklamasıyla partisinin genel tıynetini gösteriyordu.

Bu esnada, sosyalist-Leninist damarları kabaran Meral Beştaş yerinde duramıyor, söz alıyordu: “IŞİD’in Türkiye halifesi, hizbullah davaasından ömür boyu hapis cezası almış, ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyor ve bugün tahliye oluyor. ‘Yargı bağımsız’ derken bir hukukçu olarak gülmemek için kendimi çok zor tutuyorum.”

İstediği orta kendisine açılan CHP milletvekili, ceza sahasına doğru yönelip, iktidarı markaja alıyordu hemen. ”Neler de duyuyoruz. Derhal açıklama getirilsin yoksa tepkimiz sert olur” tarzındaki beyanıyla içi boş bir rüzgar estiriyordu.

Ve söz yine iktidar partisinde. Yola çıktığı ilk günden beri bir öncesini yalan ve inkarla iş yapmış, adaleti sadece tabelasındaki slogan olarak benimsemiş iktidar partisi, bir kez daha üzerine biçilen elbiseyi giyiyordu. Tepki olarak var olduğu ve karşısında olmakla taraftarlarından destek bulduğu ne kadar kişi, parti, yasa, zihniyet… varsa hepsine güzelleme yapma kıvraklığını yineliyordu. 

Kemalist, terörist ve sol zihniyette din kardeşi olan muhalefet partilerine, ”Hiç olur mu öyle şey aman, durun etmeyin!” telkinleriyle söze başlayıp açıklama yapan, iktidar partisi adına bu defa Özlem Zengin oluyordu. Yaptıkları infaz düzenlemesiyle alakalı bir durum olmadığını, dahası gerçekleşmiş bir tahliyenin bulunmadığını, siyasal bir sızıntının yaşanmadığını müjdeliyordu. Hani beden dili olmasa da konuşmasıyla ‘el pençe divan’ duruyor deseniz cuk oturacak cinsten.

Sonra, gerçekleşen birtakım seri olaylar, aynı doğrultuda dialoglar, birbirinden rol çalma kavgaları…

CHP’li Özgür Özel’in sahnelediği tiratla, itikadda birleştikleri Osman Kavala’nın tutukluluğunu dile getirme çabası ve bu fırsatı da iktidara saldırma vesilesine çevirmekteki mahirliği, ‘tiyatro’nun dikkat çekici ve kimi kesimlerce ödüllendirilebilecek anlarıydı.

Evet, özetlemeye çalışırsak ana hatlarıyla yaşananlar bu şekilde.

”Bu zor günlerde, milli dayanışmaya maaşlarını dahi bahşetmiş! fedakar milletvekilleri, mahpuslar için ortaya koydukları hummalı çabalarla yetinmeyip, bir de böylesi bir güzellik düşünmüş tiyatro tadında bir oturum sergilemişler” demek, vicdan, adalet, haysiyet, onur… gibi insani hiçbir değeri kalmamış kişiler için mümkündür belki. Ancak işin aslı, artık akıl sahiplerinin acıyarak baktığı bu kokuşmuş siyaset anlayışı, vicdanlı bireylerin yüreklerini sızlatır hale gelmiş durumdadır. 

Halis Bayancuk Hoca, ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmıyor. Türkiye sorumlusu olmaktan da yargılanmıyor. Ve hatta yine Meral Hanım’ın bas bas bağırarak dile getirdiğinin aksine, hizbullah davasından asla yargılanmadı ve doğal olarak ömür boyu hapis cezası almış da değil. Yıllardır hakkında ortaya atılan her iftira delilsiz kalmış hatta EGM ve MİT raporlarıyla suçsuzluğu devlet nezdinde de ispatlanmıştır.

Haksız tutukluluklar ve delilsiz yargılanmaların tek mağduru elbette ki Halis Bayancuk Hoca değil ancak Halis Bayancuk Hoca, suçlu da değil. Peki bu partilerin kendi işlerini görmek adına bu rezaletleri sergilemelerinin sebebi nedir? Dahası Halis Bayancuk Hoca’ya attıkları iftiralar onlara bir şey kazandırmayacakken bu cürmü işlemelerinin sebebi nedir? 

Bu sorunun cevabı artık herkesçe malumdur. Gelin biz bu cevabı, iftiralarla zulme uğramış Halis Bayancuk Hoca’nın bizzat kendisinden dinleyelim:

” Devlet bilmiyor mu bizim IŞİD olmadığımızı? Biliyor. Peki elinde EGM ve MİT raporları olmasına rağmen niye hala bu iftiraları atıyorlar? Çünkü insanları bu davetten soğutmak istiyorlar…”

 

Musa Üzer’in Haksöz Haber için kaleme aldığı yazısı için tıklayınız.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_imgspot_img

Sıcak Gelişmeler

Benzer Haberler