Ekonomi politikalarının kötü gidişatı sonrası alınan radikal kararlar ve atamalar, değişimin ekonomi ile sınırlı kalmayacağını göstermiş oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarında köklü değişim ve reform vurgusuyla “hukuk ve ekonomi” alanlarını birlikte zikretmesi, peşi sıra Adalet Bakanı’nın hukuk devleti temalı önemli açıklamalarının gelmesi bir çok kesimde ihtiyatlı bir memnuniyet oluşturdu.
Özellikle Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün “Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.” sözleri son yıllarda toplumun farklı bir çok kesiminin maruz bırakıldığı haksızlıklarla kopan kıyametin geç de olsa farkına varıldığına dair umutların yeşermesine sebep oldu.
Geçtiğimiz hafta ise Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç‘ın iktidara muhalif olan ve şuan cezaevinde bulunan önemli siyasi aktörler hakkında yaptığı açıklamalar, yargı alanında önemli değişikliklerin gerçekleşeceğinin sinyalleri olarak yorumlandı. Arınç’ın, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın isimlerini zikrederek cezaevinde bulunmamaları gerektiğinin altını çizmesi, 2016 yılından bu yana gittikçe artan baskıcı, totaliter devlet anlayışında kırılmalar yaşanacağını göstermekte.
Tabi burada bu söylemlerin ne denli samimi olduğu noktasında birçok soru işareti varlığını korumakta. Herkesin malumu üzere Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hakkında yargılamalarının ve tutukluluk hallerinin bir hak ihlali olduğu yönünde AİHM tarafından oldukça hızlı hak ihlali kararları verilmişti. AB ülkelerinin ve ABD’nin yargılamalarını yakından takip ettiği Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi popüler muhalif siyasi aktörlerin isimlerinin ön plana çıkarıldığı bir yargı reformu havasından mevcut. Söz konusu isimler işaret fişeği gibi görülerek bir hukuk reformunun startı veriliyor olabileceği gibi gündemi sarsan bu açıklamalar sadece dış siyasetin ekonomi üzerindeki baskısını hafifletmek adına içi boş, toplumun tüm kesimlerine sirayet etmeyen, popülist bir söylemden de ibaret olabilir.
Eğer ülke sınırları içinde herkes için hukuk güvenliği ve istikrarlı bir sosyo-ekonomik iç dinamik oluşturulmak isteniyorsa kuşkusuz adalet söylemlerinin toplumun tüm muhalif kesimlerinin mağduriyetlerini gidermesi beklenir. Söz konusu söylemler, girilen ekonomik darboğazdan çıkma refleksiyle AB ülkelerine ya da ABD’ye şirin görünme çabasından ibaret kalacak ise sonu hüsranla bitecek bir siyasi manevradan ibaret olacaktır.
Samimi bir hukuk devleti söyleminde Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş için istenen adalet Halis Bayancuk, Hizbut-tahrir, Alparslan Kuytul ve farklı örgüt isimleri üzerinden mağdur edilen daha niceleri için de dillendirilmelidir. Ekonomik ve uluslararası ilişkiler bağlamında dillendirilen hukuk ve adalet argümanları, sadece Batılı devletlerin üzerine titrediği şahıslarla sınırlı kalmamalıdır.
2008 yılından bugüne toplamda 8 yıl ve son dava dosyasından yaklaşık 4 yıldır tutuklu yargılanan Halis Bayancuk’un yaşadığı hukuksuzluklar silsilesi, AİHM’in üzerine titrediği, sol-liberal kesimlerin ağıtlar yaktığı söz konusu kişilerin yargılamaları ile kıyaslanamaz bile. Amacımız mağduriyet yarıştırmak değil elbet. Zihinleri ve vicdanları harekete geçirmek, ideolojik önyargılara kurban edilen hak anlayışına dikkat çekebilmektir.
Halis Bayancuk dediğimizde, hakkında ağır ceza mahkemelerinde birbirinin kopyası dört tane dosya bulunan, kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı ve hiçbir somut delil olmamasına rağmen uzun yıllardır tek kişilik hücrelerde tutulan birisinden bahsediyoruz. İşte tam da bu sebeplerden ötürü kıyametin kopması pahasına adaletin tesis edilmesi isteniyorsa eğer Halis Bayancuk derhal tahliye edilmeli ve 2007 yılından bu yana devam eden yargılamaları tarafsız hukuk otoriteleri tarafından ivedikle incelenmelidir.