Halis Bayancuk Hoca, Tevhid Dergisi’nin 94. sayısının başyazında bu ay İslami camianın muhafazkarlığa evrildiği son yıllarda Kemalizm ile olan zorlu imtihanını ve içinde bulunduğumuz günlerde yaşanan sonuçlarını ele alıyor.
Tevhid Dergisi Ağustos ayı başyazısının ilgili kısmını ilginize sunuyoruz;
“Önümüzdeki günlerde/aylarda Türkiye’nin gündemi şaşırtıcı şekilde İslami ağırlıklı olacak. Siyasiler İslami bazı hassasiyetleri gündeme taşıyacak, kamuoyu bu meseleleri tartışacak. İslami hassasiyetlerin gündemleştirilmesi, münkerlerin inkârı ve İslam düşmanlarına gösterilen tepkiyle şekillenecek gündem oluşturma çabalarına karşı uyanık olmak ve birbirimize hakkı tavsiye etmek zorundayız. Şöyle ki:
Öncelikle bu gündemlerin yapay gündemler olduğunu bilmeliyiz. Seçimden önce eşcinsellerin haklarını koruyacağını söyleyen, muhafazakâr kesimin oyları dağılınca eşcinselliği lanetleyen bir ahlak bize ait değildir. “Ayasofya açılsın!”taleplerini, “Önce Sultanahmet’i doldurun!”diyerek meydanlarda azarlayan; muhafazakâr kesimin oyları dağılınca “Ayasofya’yı açalım!”diyen ahlak da bize ait değildir. Bizden olmayan bize gündem belirleyemez, belirlememelidir. Birilerinin oy arttırmak için oluşturduğu yapay gündemler; zahiren İslami olabilir, söyledikleri doğru da olabilir… Ancak neye hizmet ettiğini, neyi amaçladığını bilmek zorundayız. Aksi hâlde vahyin ve vahiyle şekillenen mücadelenin gündeminden kopar; gayri İslami, cahilî siyasetin peşinden savruluruz.
Bir diğer mesele şudur: İslami kimliğinden ötürü saldırıya uğrayan her insana/kesime yardım eder, destek oluruz. Ancak toplumu kutuplaştırmak ve muhafazakâr oyları kanalize etmek için İslam’ı, cahilî siyasete alet eden ve bu sebeple tepki görenler farklıdır. Böylelerine yardım etmek şöyle dursun, aziz İslam’ı cahilî siyasetlerine alet ettikleri için tepki göstermeliyiz.
Sonra sormak isteriz: Bugün tepki gösterilen -ve muhtemelen giderek şiddeti artacak- münkerleri yıllardır yasalarla koruyan, ekranlar aracılığıyla meşrulaştırıp yaygınlaştıran, bu münkeratı inkâr eden muvahhidleri “ortamı bulandırmasın”gerekçesiyle zindanlara dolduran, bu konuları gündemleştiren hocaları resmî görevinden azleden… kimdir? Bugün tepki gösterilen münkerata daha önce tepki gösterdiği için, bugün tepki gösterilen kesimlerle birlikte o hocaları linç eden; bugün tepki gösterilen kesimi memnun etmek için “din dilini değiştirmeyi”dahi teklif eden kimdir, kimlerdir?
Muvahhidler olarak bir duruşumuz olmalı ve o duruş lisanıhâliyle şunu söylemelidir: İslam, Allah’ın dinidir. Şirki terk ederek tevhidle Allah’a (cc) teslim olmaktır. Cahiliyenin tüm tonlarına “la”demektir. İslam; hiç kimsenin ihtiyaç duydukça meydanlarda harcamak için el altında tuttuğu ihtiyat akçesi değildir. Cahilî siyasetin iç kavgalarında mızrak ucuna takılacak mushaf sayfaları da değildir. Koltuk korumak dışında ilkesi olmayan siyasetin, asıl sorunları gölgelemek için kullandığı bir branda hiç değildir! Biz Müslimler de hiç kimsenin evde zorla tuttuğu %50’si, gazı alınmış tabanı, kendisiyle Türkiye kazanını karıştırdığı kepçesi, nerede dindar nerede liberal olacağına karar verilen oy aparatı… değiliz. Rabbimiz Allah’tır (cc). Önderimiz Muhammed’dir (sav). Gündemimiz vahiydir. Davetimiz tevhid ve sünnettir. Mücadelemiz şirk, bidat ve masiyetedir. Gayemiz Allah’a kul olmak ve şer’i bir yönetimdir. Korkumuz, günahlarımız; ümidimiz, İlahi rahmettir. Dileğimiz sıddıklardan, şehitlerden ve salihlerden olmaktır. Vesselam…
Allah Resûlü’nün (sav) bir öğüdünü hatırlatarak sizleri Allah’a emanet ediyor ve sorulara geçmek istiyorum:
“Bir gün Allah Resûlü yanımıza çıktı. Biz yatsı namazından sonra mesciddeydik. Gözünü semaya kaldırdı. Sonra indirdi. Semada bir şey oldu zannettik. Şöyle buyurdu: ‘Dikkat edin. Benden sonra yalan söyleyen ve zulmeden yöneticiler olacak. Kim onları yalanları konusunda doğrular, zulümleri konusunda desteklerse benden değildir. Ben de ondan değilim. Kim de onları yalanları konusunda doğrulamaz, zulümlerinde desteklemezse o bendendir, ben de ondanım. Dikkat ediniz, Müslim’in kanı ona kefarettir. Dikkat ediniz: ‘Subhanallah ve’l Hamdulillah ve Lailaheillallah Vallahu Ekber’, kalıcı salih amellerdir.”[1]
İslam, İslam’dır; Kemalizm de Kemalizm!
Son günlerde bir grup gazetecinin gündeme aldığı, bir yönüyle de biz muvahhidleri ilgilendiren bir mesele var; Kemalizm! Şöyle ki; gerek mevcut iktidarın ulusalcı Kemalistlerle kurduğu ittifak, gerek muhafazakâr kesimde görülen Mustafa Kemal güzellemeleri şu soruyu sorduruyor: Acaba muhafazakârlıkla sorunu olmayan bir Kemalizm olabilir mi? Şu an derin devlete -siyasete yön veren arka plan- İslam’la sorunu olmayan “Yeşil Kemalistler” gelmiş olabilir mi?
Kanaatimce bu sorular anlamsızdır. Zira soruyu gündeme sokanların Kemalizmi anlamadığı aşikârdır. Kemalizmin dinle, özellikle de İslam’la sorunu olmayan bir fraksiyonu yoktur. Kemalizm, kendisini semavi dinlerin ve vahyin karşısında konumlandıran seküler bir dindir. Kendisine ait bir ilahı, peygamberi, kutsal kitabı, amentüsü, ilmihali, kıblesi, mabedi… olan bir dindir.
Kemalizm, Kemalizmdir! Kimsenin onu yeniden tanımlamasına ihtiyacı yoktur. O, hiçbir kapalılığa yer bırakmayacak şekilde kendini tanımlamıştır. İslam’la Kemalizmi barıştırmaya çalışmak, hem İslam’a hem de Kemalizme hakarettir. Bu, siyahla beyazı ya da geceyle gündüzü bir araya getirme çabasıdır; ki, imkansızdır.
Ne yazık ki muhafazakâr kesimin “tanımlanmışı tanımlama”gibi bir hastalığı vardır. Onlara göre laiklik “dinlere özgürlük”, demokrasi “şûra”dır. Bu hastalıkları nedeniyle ne tam “Müslüman”olabilmiş ne de gerçek bir laik ve demokrat olabilmişlerdir. Tanımladıkları şeyleri İslam’la telif etmeleri nedeniyle Allah’ın indirdiği halis/saf dini kaybetmiş; içine demokrasi, laiklik ve milliyetçilik karışmış muharref bir dinle kalakalmışlardır. İslamlarına (!) karıştırdıkları cahilî izm’ler yetmemiş olacak ki, şimdi de Kemalizmi İslam’la telif etmeye kalkıyorlar. Elbette yine hüsrana uğrayacaklar. Nasıl ki yeniden tanımladıkları hiçbir şeyi dönüştüremeyip kendileri dönüştüler; yine tarih tekerrür edecek ve yine dönüşecekler. İçine laiklik, demokrasi ve milliyetçilik karışmış “İslam”larına bu defa da Kemalizm karışacak. Büyük ihtimalle Kemalizm, Kemalizm olarak kalacak; muhafazakârlar günah galerisine bir yenisini ekleyecek…
Evet, Kemalizm ile muharref bir din telif edilebilir; ancak Allah’ın indirdiği şekliyle İslam ve Kemalizmin telif edilmesi imkansızdır. Çünkü:
Kemalizmin İlahı M. Kemal’dir:
“Bir ilah ki, yurduma ölüm saçan bir günde
Mucizeler yarattı zulme haykıran sesi”[2]
Bilindiği gibi ilah, kendisine ibadet edilen, tapılandır. Kemalistler mecazi anlamda değil, tapılan anlamında Mustafa Kemal’i ilah kabul eder:
“Sunni Şii yerine Kemalizme taparız,
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.”[3]
Cumhuriyet gazetesi 1935 yılında günün birinde şu başlıkla çıkmıştır: “Atatürk yarım bir ilahtır; Türklerin babasıdır.”[4]
İlahlarının ismi mukaddestir, hürmetle anılır:
“…Bütün cihan bugün, Gazi Mustafa Kemal Paşa ismini mukaddes bir kelime addederek, her an hürmetle anmaktadır…”[5]
Her şeyi yoktan var edendir, tüm nimetlerin sahibi odur ve ona ibadet edilmelidir:
“Topladı avucuna yıldırımı, şimşeği,
Yoktan var ediyordu Tanrı gibi her şeyi.”[6]
“O verdi nesi varsa bugün on beş milyona
Taparsa çok mu sanki bütün bir millet ona!”[7]
“Hepimizin kafası bir tek varlığa tapar.
Gazi Mustafa Kemal bu tek varlığın adı.”[8]
Bugün “Onuncu Yıl Marşı”olarak bilinen marşta küçük bir değişiklik yapılmıştır. Mustafa Kemal’in onayından geçen ilk hâlinde şöyle bir mısra vardır:
“Başta bütün dünyanın taptığı Başkumandan”[9]
Kemalistler onun kuludur:
“Rab kulu olsun iller, bizler Gazi’nin kulu
Cemalini vaat etsin Allah başka kullara”[10]
Onu sevmek dindir:
“…Onun muhabbeti kalbimizde bir dindir.”[11]
Mustafa Kemal yalnızca Kemalistlerin ilahı değildir. Aynı zamanda o en yücedir. Öyle ki yüce Allah’tan (cc) daha üstündür, O’nun (cc) yapamadıklarını yapmıştır:
“Gazi, Anadolu’ya girer gibi girmiştir,
Bu, Tanrı aklının da zor alacağı bir iştir.”[12]
Ona tapan Kemalistler yüce Allah’a meydan okur, O’nu (cc) önlerinde eğdirirler:
“Cehennemim var diye,
Kurum etme, ey Tanrım!
Bağrımdaki ateşle,
Seni bile yakarım.”[13]
“Halkevi genci nedir işinde gören bilir
O hep böyle yükselir, Tanrı biraz eğilir”[14]
Bu şiir ve sözlerin tamamı Mustafa Kemal hayattayken yazılmış, söylenmiştir. Bazı şairleri bizzat kendisi ödüllendirmiştir. Bunlardan biri de Behçet Kemal’dir.
Elbette Kemalistlerin içinde de insaf (!) ehli, mutedil kimseler vardır. Bir kısmı M. Kemal’i melek, kimisi de peygamber kabul etmiştir. Tabii tüm melekler ve peygamberlerden üstün görerek…
Kemalizm’in Kitabı/Kur’ân’ı Nutuk’tur:
“…O, yedi yıllık mücadelenin yazılı tarihini, ulusal hayatlarının kurtuluşunun sembolü olan bir siyasi kutsal kitabı, halkına vermiştir. Bu yeni Kur’an olacaktır. Gazi’nin büyük nutkunun parçaları, mermer tabletlere kazınacak ve İstanbul’un önemli noktalarına yerleştirilecektir. Bunlara yeni dinin tabletleri denilemez mi?”[15]
“Her içtimai (toplumsal) inanma sisteminin bir kitabı vardır. Bu kitap ona inananlarca kutsal tanınır. Kemalizmin kitabı (Nutuk)tur; onu biz Türkler mukaddes tanınırız…”[16]
“Bu kitap, biliyorsun NUTUK adlı eserdi,
Yeni din imanını bize bu eser verdi”[17]
“Bu kitap işte senin, Türk’ün amentüsüdür
Ne kaftan ne de hil’at… Yiğitlik örtüsüdür.”[18]
Bu satırların tamamı Atatürk hayattayken yazılmış, bu satırların sahipleri bizzat kendisi tarafından taltif edilmiş ve resmî görevlerde kullanılmışlardır.
Kemalistler Nutuk’u Kur’ân kabul etmekle yetinmemiş, yüce Kitabımızı yırtıp attıklarını da ilan etmişlerdir:
“Kafam aşmış karanlığı, geleceği okuyor.
Yırtıp attım Kur’anları, Tevratları, İncil’i!”[19]
Kemalizmin Mabedleri ve Kıblesi:
“Ne cami, ne medrese, ne başka bir gençlik kurumu, bizce: Halkevleri bugünkü neslin biricik evleri, biricik tapınış yerleridir. Gençlik bu evlerde ne bir puta ne de mevhum bir varlığa (Allah’ı (cc) kastediyor) tapmıyor. Gençliğin bu evlerde tanrı olarak bulduğu yine kendisidir.”[20]
Atatürk’ün ölümünden sonra Cafer Sena şöyle der:
“Ankara, bundan böyle Türk’ün Kâbe’sidir.”
Cavid Oral ise şöyle demiştir:
“Atatürk ölmemiştir. Atatürk ölmez ve ölmeyecektir. O bizim bir varlığımızdır. Ebediyete kadar yaşayacaktır. O bizim millî bir mabudumuzdur. Kıyamete kadar kalacaktır.”[21]
Kemalizmin Amentüsü ve İlmihali:
Tekin Alp, 1928 yılında “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü kaleme alır. Atatürk’ün de haberdar olduğu metinde şöyle der:
“…Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim… Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allah’ın en sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulusuyla şehadet ederim…”
İnkılabın İlmihali isimli bir konferanstaki sunum metni şöyledir:
“İnanışlarımızı bir defa daha sıralayalım; dil ile ikrar, kalp ile tasdik edelim:
Cumhuriyete inanıyoruz. Kayıtsız ve şartsız hakimiyet milletindir.
Milliyete inanıyoruz.
Halka inanıyoruz.
Devlete inanıyoruz.
Laikiz.
İnkılaba inanıyoruz.”
Anlaşılan o ki; Kemalistler imanın altı şartının yerine yenilerini ikame etmişler. Bir diğer ilginçlikse Kemalistlerin mürcie olmasıdır. İnanç esaslarını dil ile ikrar edip kalple tasdik etmekle yetinmişler. Amelsiz iman olur mu yahu?!
Kemalizmin Ölçüleri:
Ahmet Ağaoğlu, 1931’de Meclis’te şu konuşmayı yapar:
“Efendiler! Cumhuriyet, inkılap baştan başa bir dindir, bir imandır. (Milletvekilleri/Mebuslar ‘Onda şüphe yok!’ diye tezahürat yapıyorlar.) Bu dinin, bu imanın bir kitabı olacaktı, bir ibadeti olacaktı, dahileri olacaktı, müminleri olacaktı…”
1936 yılında, Atatürk’ün de onayıyla, Kemalizmi anlatmak için bir milletvekilinin kaleme aldığı “Kamâlizm”adlı kitapta şöyle geçer:
“Kamâlizm… yanlız yaşamak dinini bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir.”[22]
M. Esat Bozkurt Batı’ya bakışlarını şöyle izah eder:
“Batı medeniyeti… bir küldür (bütündür), ayrılık kabul etmez. Ya hep alınır yahut alınmaz. Tıpkı dinler gibi…”[23]
Kemalizm faşisttir; kendisi gibi olmayanı yok eder:
M. Esat Bozkurt şöyle der:
“Türk ihtilalinin kararı, Batı medeniyetini kayıtsız şartsız kendisine mâl etmek, benimsemektir… Bu karar o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacaklar; demirle, ateşle yok edilmeye mahkûmdurlar.”
İsmet İnönü şöyle der:
“Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız.”[24]
Ki; bu sözler öylesine söylenmiş sıradan sözler değildir. Sistemin Şeyh Said Hadisesi’nde ve Dersim’de yaptıkları, bu sözler ışığında okunmalıdır. Bugün bile bu zihniyet Anayasa’da kayıt altına alınmıştır.[25]
Türkiye’nin en çok okunan gazetesi[26] birkaç el değiştirmesine rağmen “Türkiye Türklerindir”mottosuyla çıkmaktadır. Tevhidî cemaatlere yapılan muameleye bakın; Kürt olanların iki kat eziyet gördüğünü göreceksiniz. Çünkü onların iki suçu vardır: Tevhid ehli olmak ve Türk olmamak. İsmet’in ateşi bol olsun; hâlâ Türk olmayan anasırı kesip atmaya devam ediyor…
Kemalizm’in İslam’a Bakışı:
İslam’ı Kemalizmle barıştırmaya ve aralarını telif etmeye çalışan muhafazakârlar, türedi değildir; geçmişte de selefleri olmuştur. Ne ki bu tekliflere bizzat kurucu kadro cevap vermiştir:
“1930 yılı, kurucu kadronun yaptığı bir yurt gezisinde, şöyle bir görüş ortaya atılır:
‘Laiklik ve inkılap namına her ne yapıyorsak, hepsini İslam olduğumuz hâlde yaşayabiliriz.’
Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşı Ahmet Hamdi Başar şu cevabı nakleder: Bir zat itiraz eder:
‘Hamdi Bey, adeta yeni bir din yahut İslamlıkta reform yapalım demek istiyor. İnkılabımızın hedefi tamamen bunun dışındadır. İslâmlık devrini yapmış, fayda ve zararlarını ortaya koyarak eskimiş, ömrünü bitirmiş bir dindir. O müesseseyi ne korumaya ne de yeniden bir aşı yaparak gençleştirmeye niyetimiz yoktur.’ “[27]
1934, Meclis’te Şükrü Kaya der ki:
“Dinler işlerini bitirmiş, vazifeleri tükenmiş, yeniden uzviyet ve hayatiyet bulamayan müesseselerdir.”[28]
Cemal Sena der ki:
“…Hâlâ, Avrupa devletçiliğinde bile, zaman zaman dinlerin fırkalar (partiler) ve devlet adamları üzerinde bir rol ifa ettiği görülür. Hemen diyebiliriz ki, biz Türkler kadar bu işi kökünden yıkmış olan muasır bir cemiyet yoktur…”
Kemalizme göre İslam, Türk’ün sırtında bir yüktür. Ona zararı olmuş, ama hiçbir faydası olmamıştır:
Hasan Ali Yücel der ki:
“Menşei Sami olan Müslümanlık, aslında tabiatçı olan Türk kültürünü sarmış, bozmuş ve böyle unsurlarla özlüğünü kaybettirmiştir…”[29]
Afet İnan, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler”isimli kitabında şöyle der:
“Türkler İslâm dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din; ne Arapların; ne ayrı dinde bulunan Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin millî bağlarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir ümmet siyaseti idi.”[30]
•••
İşte, İslam’la barıştırılmaya çalışılan Kemalizm, yeşil Atatürkçülük budur! İslam, Allah’ın indirdiği bir dindir; Kemalizm ise beşerin icat ettiği ideolojik bir dindir. Her dinin kendisine ait bir ilahı, nebisi, kitabı, amentüsü… vardır. Kemalizm kendisini tüm dinlerin, hususen İslam’ın karşısında konumlandırmıştır. Biri hak, diğeri batıl olan bu iki dinin telifi mümkün değildir. Bunu ne İslam ne de Kemalizm kabul eder. Umuyorum bu; işiten kulaklara, gören gözlere ve akıl eden kalplere bir hatırlatma olur.
[1] . Ahmed, 18353
[2] . Kazım Sevinç Altınçağ, Atatürk Şiirleri, 1981
[3] . Cumhuriyet, 26 Aralık 1936
[4] . Cumhuriyet, 5 Ağustos 1935
[5] . Ziya Gökalp
[6] . Yusuf Ziya Ortaç
[7] . Yaşar Nabi Nayır
[8] . Galip Naşit Arı, Destan, Devlet Matbaası, 1933
[9] . Cumhuriyet, 7 Ekim 1933. Daha sonra bu ifade “bütün dünyanın saydığı”şeklinde değiştirilmiştir.
[10] . Behçet Kemal
[11] . Suphi Tanrı Över
[12] . Behçet Kemal, Cumhuriyetin 10’uncu Yılı İçin Yazılan Şiirler, Devlet Matbaası
[13] . Falih Rıfkı Atay, Celal Sahir, Yeni Kitap-Millet Mektepleri İçin Kıraat Kitabı, 1931
[14] . Behçet Kemal
[15] . Yakup Kadri
[16] . Hasan Ali Yücel
[17] . Yaşar Nabi Nayır
[18] . Ali Zühtü Altaylı, M. Salahattin Or
[19] . Fazıl Ahmet Aykaç, CHP’nin 7. Kongresi, 1 Aralık 1947
[20]. Kamuran Bozkır, Ülkü Halkevleri Dergisi, S 36, 1936
[21] . TBMM Tutanağı, 14 Kasım 1938
[22] . Edirne Milletvekili Şeref Aykut, Kamâlizm, 1936, Muallim Ahmet Halit Kitapevi
[23] . Bu söz insana şu ayeti hatırlatıyor:
“Ey iman edenler! İslam’a bir bütün olarak girin. Şeytanın adımlarına uymayın. O sizin için apaçık bir düşmandır.”2/Bakara, 208
[24] . Milliyet Gazetesi, 31 Ağustos 1930
[25] . 66. Madde:
I. Türk Vatandaşlığı
Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür.
Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.
Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.
Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.
[26] . Hürriyet gazetesi
[27] . Kasım 1930, CHP Yurt Gezileri Toplantıları
[28] . TBMM Tutanağı, 3 Aralık 1934
[29] . Hasan Ali Yücel
[30] . s. 44