Kendisi, popüler bir siyasi partinin genel başkanı veya Avrupa devletlerince hakkı müdafaa edilen bir iş insanı ya da yazıları Le Monde tarafından yayınlanan bir yazar olmadığı için hâliyle yaşadığı olağanüstü hak ihlalleri hak ettiği ilgiyi görmemektedir. Dile kolay her biri 24 saat olan 1000 gün bir insanın, fıtratı gereği vazgeçilmez ve mutlak olan özgürlüğü gasp ediliyor. Ve kimsede çıkıp “Bu işin aslı nedir, yargı neden böyle rekora imza atma ihtiyacı hissediyor?” diye sormuyor. Zihinlerde oluş(turul)muş hazır algı ve etiketler sebebiyle, kimse düşünme zahmetine katlanmıyor. Ne de olsa üzerinde özene bezene düşünülmüş iftira ve iddialarla servis edilmiş hazır bir linç var.
Halis Hoca’nın yaşadığı haksızlıkların kilit noktası, kendisi hakkında son tutukluluk kararını veren Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutuklu yargılamadaki sebat ve azmi olmuştur. Mahkeme 1 yıl süren tutuklu yargılama neticesinde 12,5 yıllık bir mahkumiyete karar vermiş fakat bu karardan yaklaşık bir yıl sonra İstinaf Mahkemesi (BAM) mahkûmiyet kararını çeşitli taleplerle birlikte bozarak geri göndermiştir.
Dosyanın geri geldiği Sakarya Mahkemesi 29.07.2019 tarihinde uzun tutukluluk gerekçesiyle kanunun asıl olarak kabul ettiği tutuksuz yargılama talebini “Delillerin henüz toplanmadığı” gerekçesiyle reddetmiştir. Bu karar, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 12,5 yıllık cezanın deliller henüz toplanmadan verildiği anlamına da gelmektedir. Mahkeme yine yargılama safhalarında diğer sanıkları çeşitli gerekçelerle tahliye ederken aynı gerekçeler Halis Hoca için de mevcut olmasına rağmen heyetin takdir yetkisiyle tutukluluk süresinin makul olduğuna karar verilmiştir. (O günlerde son tutuklamada 2 yıl 2 ay, toplamda 6 yıl 3 aya ulaşan bir tutukluk hâli vaki idi.)
Dosyanın İstinaf Mahkemesi tarafından bozulması, dosyaların birleştirilmesine yönelik işlemlerin yapılması, birleştirme yapılacak mahkemenin belirlenmesi, birleştirme sonrası yargılama, muhtemel bir İstinaf ve Yargıtay sürecinin olması durumunda neredeyse verilen cezanın infazı tamamlanmıştır. (Ki dosya Yargıtay 5. Ceza Dairesi’ne görevli mahkemenin belirlenmesi amacıyla gönderilmiştir. Aylar süren süreç sonunda dosya tekrardan Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önüne geri gelmişti.) Bu durumlar nazara alındığında Halis Bayancuk hakkında tutukluluk hâlinin devamına karar verilmesi hukuki olmaktan çıkıp cezalandırmaya dönüşmüştür. Hâlâ delilleri toplamakla meşgul olan Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin önümüzdeki ilk duruşma günü olan 9 Nisan’da delilleri aramaya devam etmekte ısrar edip etmeyeceği ise merak konusu.
Bir yıl süren yargılama sonucunda verdiği 12,5 yıllık hapis cezasını delilleri toplamadan alelacele verdiğini kendi kararı ile açık etmiş olan mahkeme, adeta freni patlamış bir kamyon misali çiğnenmedik hukuki ilke ve temel hak bırakmamıştır.
Halis Hoca’nın üzerine atılı suç: “Terör örgütü yöneticiliği olmasına rağmen, örgüt üyeliğinden yargılandığı” belirtilerek hüküm verilmiştir. Yukarıda Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararından anlaşılan şudur; Sakarya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hukukun aradığı asgari güvence ve güveni sağlayacak şekilde incelemeden gelişi güzel karar verdiğini göstermektedir.
Halis Bayancuk Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/37098 sayılı soruşturma kapsamında 26.02.2017 günü 15 gün süre ile gözaltında kalmıştır. Soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir: “… Emniyet Müdürlüğü’nün şüphelinin adı geçen örgütlerle irtibatlı olabileceği yönündeki değerlendirmesi dışında; şüphelinin adı geçen örgütlerle bağlantısını ortaya koyacak, 2017/27098 sayılı soruşturma dosyası bakımından herhangi bir delil bulunmadığı, örgütsel doküman, örgüt mensuplarının beyanları, tanık beyanları gibi herhangi bir delil elde edilmediği anlaşıldığından şüpheli hakkında atılı eylemlerden delil yetersizliği nedeniyle Kamu adına (KYOK) KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA KARAR verildi.”
Kendisi bir türlü delil toplayamayan ama 12,5 yıllık cezaya kolaylıkla hükmeden Sakarya Mahkemesi, Halis Hoca hakkında tutuklama kararı vermeden 3 ay önce Ankara’da yapılan soruşturmayı hiçe saymıştır.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yapılan söz konusu soruşturma dosyasında 27.02.2017 tarihli İstihbarat Araştırma Tutanaklarına göre Halis Bayancuk’un Daeş ile irtibatlı olabileceği değerlendirmesi dışında herhangi bir somut delil bulunmadığı, örgütsel döküman, örgüt mensuplarının beyanları, tanık beyanları gibi herhangi bir delil elde edilmediği anlaşıldığı gerekçesiyle 07.04.2017 tarihinde kovuşturmaya gerek yoktur kararı verilmiştir.
KYOK’da anılan 27.02.2017 tarihli araştırma; Halis Bayancuk’un tutuklanmasından 3 ay önce yapılmış, KYOK kararı ise tutuklanmasından 1 ay önce verilmiştir. Şüphesiz yargılamaya konu olan iddianamenin içeriğinde yer alan İstihbarat Daire Başkanlığı’nın 2016-2017 tarihli istihbarat yazılarının, Ankara’daki soruşturma kapsamında bulunması da göz önüne alındığında, o soruşturma kapsamında KYOK verilirken, Sakarya 2. Ağır Ceza Dosyası’nda “teyide muhtaç” şeklinde ibareler içeren bu raporlara dayalı olarak iddianame hazırlanması ve netice itibarıyla cezalandırma talep edilmesi hukuka ve mantığa aykırıdır.
Bir diğer önemli husus, Sakarya Mahkemesi’nin verdiği cezayı bozan İstinaf Mahkemesi‘nin yargılamayı sil baştan başlattığı gerekçedir. Gerekçede “…. Sanığa yüklenen silahlı terör örgütüne yönetici ve üye olma suçlarının temadi eden suçlardan oluşu karşısında, hakkındaki davaların birleştirilmesi suretiyle hukuki durumunun tayin ve tespiti gerektiği anlaşılmakla…” denilerek 2008 yılından bu yana çeşitli örgütlere isnat edilen, mevki-makamı sürekli değişiklik göster(il)en Halis Hoca’nın maruz kaldığı hukuki karmaşıklığa dikkat çekilmiştir. Birleştirmeyi bozan Yargıtay’ın itiraz etmediği İsitinaf’ın bu kararı karşısında da Sakarya Mahkemesi’nin 9 Nisan 2020‘de nasıl bir tutum sergileyeceği merak edilen konular arasında yerini almıştır.
Sakarya Mahkemesi tarafından hiçe sayılan bir diğer gerekçeli karar Ankara 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Tevhid Dergisi takipçilerinin yargılandığı dosyada yazdığı gerekçeli karardır. Kararda; “… Ebu Hanzala kod isimli Halis Bayancuk’un yöneticiliğini yaptığı oluşumun DAEŞ/ IŞİD terör örgütü ile bağlantılı bir yapılanma olarak kabul edilemeyeceği, El-Kaide Terör örgütü ile bağlantılı bir oluşum olarak kabul gerektiği anlaşılmıştır…” denilmiştir.
12,5 yıllık hapis cezası öncesi Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın esas hakkındaki mütaalasında; “Halis’in, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin ilamı ile El-Kaide yöneticisi olduğunun sabit olduğu, faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürmeye devam ettiğinden bahsetmiştir.”
Oysaki, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nce verilen hüküm “bozmaya yönelik” olup bu hususta yerel mahkemece verilmiş ve Yargıtay denetiminden geçmiş “kesinleşen bir hüküm” bulunmamaktadır. Söz konusu dosya Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etmektedir. Dolayısıyla Cumhuriyet Savcısı’nın varmış olduğu bu kanı hukuka aykırı ve gerçek dışı olsa da Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itibar görmüştür.
Yine iddianamede Halis Bayancuk’un kendisine bağlı “örgüt mensuplarını(!)” DAEŞ’in çatışma bölgelerine gönderdiği iddiası yer almaktadır. Dosyada bu iddiayı ispatlayan tek bir somut veya soyut delil bulunmamaktadır.
Bunun aksine İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün; Bakırköy C. Başsavcılığına gönderdiği 04.05.2016 tarihli yazının 6. sayfasında müvekkilin “Cihada gitme konusunda cemaat mensuplarına karışmadığı” belirtilmektedir.
Halis Bayancuk kolluk ifadesinde belirttiği üzere; yayınladıkları Tevhid Dergisi’nin Temmuz 2014 30. sayısında; insanları DAEŞ’a katılmamaları ve çatışma bölgelerine gidilmemesi yönünde uyardığı bir yazı yayınlamıştır.
Yine Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi Gerekçeli Kararı‘nda hukukun talan edildiği şu şekilde bir ifadeye yer verilmiştir; “… Son dönem itibari ile 15.07.2016 tarihinde gerçekleşen Anayasal düzene karşı darbe kalkışması akabinde, kaosdan yana olmadığı tavrından sonra takipçileri tarafından “Küfür devletinin yanında olmakla” itham edildiği, yine bu dönemde “örgütün eylemlerinin, İslam’a davetin metot ve akidelerine uygun düşmediği” yolundaki açıklamaları nedeniyle örgütle arasında ihtilaf oluştuğu ve hakkında ölüm emri verildiği yönünde istihbari mahiyette bilgiler bulunduğu…”
Halis Bayancuk hakkında bazı örgütler tarafından, devletin yanında olmakla itham edildiği, hakkında ölüm emri verildiğine yönelik istihbari bilgileri Halis Hoca’nın aleyhine olarak düşünülmesi gerektiği, mevcut dosya kapsamında bu tespitlerin lehte değil de aleyhte olarak hatalı değerlendirildiği görülmektedir.
Bunca ihlal ve hiçe saymanın yanında birçok kimse dönüp Halis Hoca’nın mahkemede yaptığı savunmaya bakma ihtiyacı dahi hissetmemektedir. Halis Hoca yargılama sürecindeki soyut, temelsiz, takdir yetkileri ile bezenmiş suçlamalar karşısında; “… Daeş ile bir ilgisinin olmadığını; yazılarında ve konuşmalarında örgütün yanlışlarına ve vahşetine dikkat çektiğini; bu örgütü destekleyenlerin, yaptığı derslere katılmamasını istediğini; bundan dolayı bu örgüte sempati duyan kişilerin kendisinden nefret ettiğini; hiçbir gruba biat etmediğini…” ifade etmiştir.
Halis Bayancuk’un Tevhid Dergisi’nin 2014 yılı Temmuz ayı 30. sayısı Başyazısı‘ndan;
“… Irak ve Şam İslam Devleti eleştirilmez olmadığı gibi meleklerden oluşan bir topluluk da değildir. Özellikle sertlik yanlısı tutumu, projelerinde sahada bulunan gruplardan kopuk hareket etmesi, bunların başında gelir…”
“… Biz de Tevhid Dergisi olarak Irak ve Şam İslam Devleti’nin sert tutumunu, hilafet ilan etme girişimini, kendi dışındaki grupları kendine biat etmeye zorlamasını, hâlâ ortaya net bir akide ve menhec koymadığı için farklı yorumlara kapı aralamasını eleştirdik, eleştiriyoruz…”
“… Bu ve benzeri sebeplerden dolayı tek emirin olmadığı ve Müslümanların genelini ilgilendiren meselelerde farklı seslerin çıktığı sahalardan uzak durmak gerektiğine inanıyoruz…”
Son olarak Halis Hoca’nın kendisine verilen ve Bölge Adliye Mahkemesi tarafından bozulan 12,5 yıllık ceza öncesi 6 başlık altında yaptığı son savunmasına bakalım;
1. İddia makamı (Savcı) mütalaasında benim daha önce yargılandığımı ve ceza aldığımı şu cümleler ile belirtmiştir:
“… Bu sanığın, El- Kaide silahlı terör örgütü yöneticisi olduğu sabittir. Buna dair faaliyetlerini tutuksuz olarak sürdürmeye devam etmektedir.”
Halis Hoca’mız cevaben; “Savcının kendisi yasalara (Anayasaya) bağlı biri değilken bir başkasını anayasaya bağlı olmamakla suçlaması hem manidardır hem de altı çizilmesi gereken bir husustur. Şöyle ki, masumiyet karinesi, başta İslam hukukunda olmakla üzere bütün evrensel hukukta geçerlidir. Bir insanın suçlu olduğu kesinleşinceye kadar o insan masumdur. Kaldı ki bu mahkemem 10 yıldır hâlâ sürmektedir ve bu 10 senenin 9 yılını tutuksuz olarak yargılanıyorum. Ama Savcı bu yargılamayı benim terör örgütü ile ilişkili ve yönetisi olduğumun sabit olduğuna delil sunmuştur.”
2. Savcı, ben tahliye olduktan sonra Sakarya’yı da kapsayacak şekilde El-Kaide ve IŞİD adına örgüt faaliyetlerini sürdürdüğümü söylemiştir.
“Ben daha önce de ulusal bir gazete olan Star gazetesinde yayınlanan röportajımı mahkemeye ibraz ettim. Ben sizin de okuduğunuz üzere o röportajda El-Kaide’yi inanç ve eylem olarak tasvip etmediğimi, onların da aynı şekilde bizim gibi kendilerine karşı mesafeli duran insanları tasvip etmediklerini açık bir şekilde beyan etmiştim.”
“İkinci olarak savcı burada IŞİD’in ismini vermiştir. Oysa savcının kast etmiş olduğu sözde eylem yani Sakarya’da yemiş olduğumuz akika yemeğinin tarihi 25.11.2016’dır. Fakat iddianamenin 65. sayfasındaki istihbarat raporuna bakıldığı zaman 2015 itibarıyla hiçbir örgüte biat etmediğimiz, buna sıcak bakmadığımız ve bizi seven insanları Suriye, Irak, Afganistan gibi bölgelere gitmemesi gerektiğine dair yönlendirdiğimiz konuşmalarının yer aldığı görülür.”
“2014 Haziran ayı IŞİD’in hilafetini ilan ettiği aydır. Ben daha önce Tevhid Dergisi’nin 2014 Temmuz 30. sayısını mahkemeye sunmuştum. O sayıda Suriye’deki yaşananların değerlendirmesini kaleme almıştım. O sayıda; “Suriye’de insanların neye inandığı ve niçin savaştığı belli değildir. Bu tip ortamlar karışık ortamlardır. Müslümanların böylesi ortamlardan şiddetle uzak durması gerekmektedir. Kaldı ki bırakın IŞİD’in hilafet kurmasını henüz İslami bir cemaat olma hüviyetine bile sahip değildir.” diye yazmaktadır.”
3. Savcı başka bir iddiasında; “2016’da cezaevinden çıktıktan sonra Sakarya’yı da kapsayacak şekilde faaliyetlerine devam etmektedir.” demiştir.
Sakarya’da yemiş olduğumuz yemeği polis, evimden hareket edişimden başlamak üzere Sakarya’ya kadar takip etmiştir ve saniye saniye bu takibi fotoğraflamıştır. Fakat ne hikmetse polis, IŞİD gibi yakıcı ve yıkıcı bir örgütün yemek toplantısını (Örgütsel toplantıyı!) dinlememiştir. Resimleriyle, belgeleriyle getirip mahkemenin önüne sunmamıştır veya yargılama boyunca bu yargılamanın temel sebebi olan bu yemekte “ne konuşulduğu” ortam dinlenmesi yapmak suretiyle takip edilmemiş ve insanlara sorulmamıştır.
4. Savcı; “Bunlar 2016 darbe girişiminden bir müddet sonra IŞİD’le faaliyetlerine devam ettiler.” demiştir.
Fakat iddianamenin 69. ve 70. sayfasındaki istihbarat raporu bunu yalanlamaktadır. Çünkü, darbenin hemen akabinde IŞİD’cilerin bizleri kafir olarak gördükleri ve bizlere karşı çok ciddi bir tepki ortaya koydukları istihbarat raporlarında mevcuttur.
5. Savcı; “Bu bağlamda kendisine bağlı örgüt mensuplarını IŞİD’in çatışma bölgelerine göndermekte ve bu yönde icazetler vermektedir.”
2015 tarihli (bizim insanları bu örgütlerden sakındırdığımız) istihbarat raporunu daha önce okumuştum. “Son dönemde IŞİD’e adam göndermektedirler” iddiası bu raporla yalanlanmıştır. Kaldı ki burada buna dayanak gösterilebilecek olan tek husus Volkan Karakollu’nun ifadesidir. Ben bu hususu kısa bir şekilde izah etmek istiyorum;
Volkan Karakollu; “Ben 2014 yılında mescide gittim. Orada Halis Bayancuk IŞİD’in propagandasını yaptı. Sonra bana bir telefon verdiler, ben de gittim IŞİD’e katıldım.” demiştir.
Hâkim Bey, eğer bakacak olursanız ben o tarihte, Van Cezaevi’nde tutuklu bulunuyorum. Söz konusu kişi açıkca yalan söylemiştir.
Volkan Karakollu; “Ben 2014’te Halis Bayancuk’un propagandasına maruz kaldıktan sonra IŞİD’e katıldım” demiştir. Ama daha sonra istihbarat, IŞİD’in düzenlemiş olduğu kimlikleri ele geçirmiş. Volkan Karakollu’nun IŞİD kimliği de bizim dosyaya girmiştir. Bu kimlikte Volkan Karakollu’nun IŞİD’e katılım tarihi 2013 olarak gözükmektedir.
Kaldı ki Volkan Karakollu demiştir ki; “Ben 2014 yılından sonra Halis Bayancuk’un derslerine 4 yıl boyunca devam ettim.” Hâkim Bey, bu şahıs 2014’de bizim mescide gelmişse hâlâ bizim mescide geliyor olması lazım. Ama bu şahıs 2015 yılında yakalanmış ve bu ifadeleri vermiştir. Bütün bunların yanında Volkan Karakollu; “Bana onlar referans oldu” demiştir. Ama IŞİD kimliğinde kendisine; “Sen kimin referansıyla buraya geldin?” diye sorulmuştur.
6. Bütün yargılama boyunca bana sadece üç soru sorulmuştur.
İki soruyu hâkime hanım, bir tanesini de savcı sormuştur.
* Ebu Hanzala ne demektir?
* Senin oğlun 2016 yılında doğdu niye bu ismi daha önceden kullandın?
* Siz kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?
Biz burada sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın tanıdığı ve başta inancı ve itikadı olmak üzere yaptığı bütün eylemlere karşı olduğumuzu, sadece Türkiye’de 300-400’e yakın insan öldürmüş bir örgütün lideri olmaktan yargılanıyoruz.
Böyle bir yargılamada bize; “Bu bombalar nedir? Evinden çıkan bu silahlar nedir? Şu vermiş olduğun talimatı niye verdin?” gibi sorular sorulsaydı suçlamanın bir anlamı olabilirdi. Ama “Ebu Hanzala ne demektir?” “Senin oğlun 2016 yılında doğdu niye bu ismi daha önceden kullandın? Ve “Siz kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz?” şeklinde sadece üç sorunun sorulması bile bu yargılamanın aslında hiçbir somut dayanağının olmadığının en bariz göstergeleridir.
Siz heyet olarak Emniyet Genel Müdürlüğü’nden ve İçişleri Bakanlığı’ndan “Bu adamların IŞİD ile bir alakası var mı?” diye rapor istediniz. “Bilakis, bunların IŞİD olmadığı, IŞİD’in ölüm listesinde yer aldıkları, IŞİD’den insanları sakındırdıklarına dair…” ifadeler vardır.
İçişleri Bakanlığı’ndan gelen raporda IŞİD’in Türkiye’ye yönelik yaptığı 17 eylem tüm tafsilatı ile yer almıştır. Eylemi kim yapmıştır? Eylemin talimatını kim vermiştir? Bunlardan hangisi ölmüş hangisi yakalanmıştır? Hangisi faaliyetlerine hâlâ devam etmekte ve yakalanamamıştır? Tek tek isimleri geçmektedir. Ne bu örgütün yöneticisi olduğu iddia edilen benim ve ne de şurada yargılananlardan bir tanesinin dahi ismi İçişleri Bakanlığı’nın raporunda geçmemektedir.
Emniyette daha önce söylediğim şeyi tekrar ediyorum; bu, bizim siyasi otoriteye muhalif olduğumuz için başımıza açılmış olan bir yargılamadır. Hâliyle bu bir zulümdür. Heyetin de bu zulme ortak olmasını istemiyorum. Kıyamet gününde bana zulmeden veya bu zulme ortak olan herkesten davacı olup hakkımı almadan Allah’ın huzurundan ayrılmayacağım.
Allah’ın (cc) Zümer Suresi’ndeki şu ayetini hatırlatmak istiyorum;
“O gün Allah’ın huzurunda siz muhakeme/muhasebe olacaksınız.” (39/Zümer, 31)