Günümüze kadar ağır ceza mahkemelerince “farklı örgütlerle ilintili olma” suçlamasıyla hakkında birçok dava açılmıştır. Ancak bu seneye kadar davalar hep sürüncemede kalmıştı.
Son aylarda ise mahkemeler bir telaşa kapıldı ve Halis Bayancuk Hoca’nın dosyaları bir bir kapatılmaya, art arda cezalar verilmeye başlandı. On yılı aşkındır hiçbir işlem yapılmadan devam eden, taleplerimizi dahi dinlemekte acizlik eden, dört beş ayda bir mahkeme tarihi veren heyetler; yangından mal kaçırırcasına kısa aralıklarla mahkeme tarihleri verip tarihe bir utanç vesikası olarak kaydedilecek kararlar almaya başladılar.
Peki, bu acelenin sebebi nedir? “Gecikmiş adalet, adalet değildir.” şiarıyla hareket edip dosyaları erkenden bitirme hassasiyeti mi, yoksa kulaklara fısıldanan talimatları yerine getirme telaşı mı?
Şunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz ki kamuoyunun Halis Bayancuk Hoca’nın dosyalarına bakış açısı, bundan üç dört sene öncekiyle aynı değil. Bunun temelde iki sebebi vardır:
Artık Türkiye’de yürürlükteki kanunlardan ve uygulayıcılarından canı yanan, oldukça geniş bir kesim var. Öncesinde birilerine “Ben mağdurum, bana zulmedildi.” denildiğinde “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Soruşturma açılmışsa muhakkak birşeyler yapmışsındır.” diyorlardı. Şimdiyse aynı tepkiyi göstermiyorlar. Çünkü ya kendileri ya da yakınları buna benzer bir mağduriyet yaşamış oluyor. Hele ki OHAL Dönemi’nden sonra işler iyice çığrından çıktı. Öncesinde yalnızca toplumun büyük bir kısmı tarafından kabul görmeyen muhaliflere sopa olarak kullanılan yargı, OHAL’den sonra her kesimden muhalife uygulanmaya başladı.
Diğer bir sebep ise teknolojik gelişmeler ve medyanın üç beş patronun tekelinde olmaktan çıkmasıdır. Artık “aykırı” seslerin de kendini duyurabileceği mecralar oluştu ve insanlar da yaşananlardan sonra artan şüphecilikle bu “aykırı” seslere kulak vermeye başladılar. Onların duyurduğu mağduriyetler, sağ ve soldaki medya baronlarının ağızlarını doldura doldura söyledikleri şeylerden daha fazla etki bıraktı. Halis Bayancuk Hoca’nın dosyaları hakkında bu platformlarda paylaşılan hakikatler insanların dikkatini çekti ve böylece ona karşı oluşmuş algılar lehine değişti.
Bardağı taşıran son damla ise Süleyman Soylu’nun “IŞİD’in Türkiye Emiri yakalandı.” şeklindeki açıklaması oldu. Aslında bu açıklama, devletin güvenlik birimlerinin açıklamaları ile birebir uyuşan bir beyandı. 2014 ve sonrasında istihbarat birimlerinin ilgili mahkemelere verdikleri bilgiler de zaten bu yöndeydi:
* Halis Bayancuk Hoca’nın, 10 Ekim 2014 tarihinde tahliye olduktan sonraki durumunu anlatan istihbarat raporu:
* Halis Bayancuk Hoca’nın, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaptığı açıklamalardan sonra verilen istihbarat raporu:
Ancak yıllardır medyada “IŞİD/El-Kaide Türkiye Sorumlusu” olarak zihinlere kazıttırılan “Ebu Hanzala kod adlı Halis Bayancuk” ismi yerine yeni bir ismin zikredilmesi şaşkınlık yarattı. Elbette bunu da küçük bir zümre hariç kimse sorgulamadı. Fakat sinsice bir hamleyle bu durum güya düzeltilmeye çalışıldı ve Halis Bayancuk Hoca’nın ceza aldığı son Sakarya Mahkemesinden sonra medyadaki başlıklar “IŞİD’in üst düzey yetkilisi”ne evrildi.
Şimdi, asıl sorumuzu soralım: Halis Bayancuk Hoca’nın dosyalarında düğmeye kim bastı?
Eskiden kollukta, yargıda ve medyada dilediği gibi borusunu öttürenler, tüm bu güçlerine rağmen kamuoyunu ikna edemediklerini ve tam tersine şüpheleri daha da arttırdıklarını fark edince çareyi bir an önce bu dosyaları kapatmakta gördüler. Hem de en pervasız ve acımasız hâliyle; birbirinin aynısı suçlamaları içeren dosyaların her birinden ayrı ayrı ceza vererek.
Ancak cin şişeden bir kere çıkmıştı. Kamuoyu yapılan hukuksuzlukları gördü. Mesele üstü kapatılarak unutulacak bir mevzu olmaktan artık çok uzak. Bize düşen, hak ve hakikatin peşinde olmak ve amasız bir şekilde her türlü mağduriyete ses çıkartabilme bilincine sahip olmaktır. Asla ve asla yılgınlığa kapılmamaktır.
Çünkü asıl mağlubiyet, çaresizlik duygusuyla başlar.
Bu vesileyle Halis Bayancuk Hoca hakkında yakın zamanda sonuçlanan iki dosya ve bu iki dosyada yaşanan hukuksuzluklardan en açık olanlarını sıralamaya çalışacağız:
2011 İstanbul El-Kaide/IŞİD Dosyası
2011 yılının Nisan ayında Halis Bayancuk Hoca birçok arkadaşıyla birlikte gözaltına alındı ve tutuklandı. Tutuklanma gerekçesi “El-Kaide Örgüt Yöneticiliği” idi. Daha sonra iddianame çıktı ve yargılama başladı. 22 ay sonra tahliye edilen Halis Bayancuk Hoca hakkında 1 Temmuz 2020 tarihinde “El-Kaide/DAEŞ silahlı terör örgütünün ülkemizdeki yapılanmasının lideri olduğu” suçlamasıyla ceza verildi. Şimdi tek tek bu süreçte yaşadığımız hukuk garebetlerini sıralayalım:
* 15 Temmuz sonrasında, geçmişteki soruşturmalarda FETÖ izi olduğuna dair birçok iddia ortaya atıldı. O zamanlarda yargılanan ve hüküm giyenler bu iddiaları kamuoyunda ve mahkemelerde ileri sürdüler. Elbette bu yargılamalarda FETÖ’nün yaşattığı mağduriyetlerden etkilenenler vardır; ancak ilgili ilgisiz herkesin bunun üzerine yoğunlaşıp kendisini temize çıkartmaya çalışması ne yazık ki bu meseleyi bulandırdı. Dolayısıyla asıl mağdurlar bir kez daha mağdur oldular. Çünkü insanlar artık bu iddiayla ortaya çıkanları dikkate almamaya başladılar. Oysa bizim bahsettiğimiz bu dosyada yer alan emniyet amirleri, operasyonu düzenleyen memurlar, iddianameyi hazırlayan savcılar, yargılamayı yapan ilk heyetler FETÖ soruşturması nedeniyle ya hapiste ya da firardadır. Yine de bu çok önemli değil, çünkü eğer soruşturma yiyenlerin adının dosyada olması FETÖ’den mağdur olmanın tek gerekçesi olsaydı o dönemde yapılan yargılamaların hepsinin aynı minvalde değerlendirilmesi gerekirdi. Bu dosyada FETÖ izi olduğunun asıl göstergesi iddianamenin 31. sayfasındaki şu ifadelerdir:
Bir savcı neden iddianamesine, “terör örgütü lideri” olarak yargıladığı bir kişinin “dinler arası diyalog” hakkındaki düşüncesini suç olarak koyar ve Heyet de bu iddianameyi kabul edip buna göre yargılama yapar? Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında “dinler arası diyaloğu koruma kanunu” vardı da biz mi bilmiyorduk? Bugün birilerine bu düşünceye inandığı için FETÖ Terör Örgütü Lideri ya da Üyesi demek ne kadar hukuksuz ise o dönemde de bunu iddianameye eklemek o kadar hukuksuzdu.
Firariyken yakalan ve bu iddianameyi hazırlayan savcı Adnan Çimen bununla da yetinmiyor; dinî bir görüşü, sanki kendisi dinî otoriteymiş gibi değerlendiriyor ve Halis Bayancuk Hoca’nın, “sakat” dinî bakış açısına sahip olduğu için cezalandırılmasını istiyor:
Böylece bizler devletin, bir din anlayışına sahip olduğunu ve o anlayışa uymayan kişi ve grupların sakat bir din anlayışına sahip olduğunu, bu durumun da terör örgütü lideri olarak yargılanmanın gerekçesi olacağını öğrenmiş oluyoruz. Kısacası devlete göre Diyanete muhalif olan her cemaat topun ağzında!
* Bu dosyanın gerekçeli kararını incelerken öncelikle T.Ö.T isimli sanık hakkında konuşmak ve bilgi vermek gerekiyor. Bu kişi 2011 yılının Nisan ayında bu dosya kapsamında Halis Bayancuk Hoca ile beraber gözaltına alınan bir kimsedir. Dosya kapsamında tutuklu kalmıyor ve sonrasında 2015 yılında IŞİD’e katılıyor. Hatta bu kararını Halis Bayancuk Hoca ile paylaştığında ondan tepki alıyor ve Mahkemeye verdiği ifadede, olanları anlattığı için bu tepki kayıtlara da geçmiş oluyor:
Sonuç olarak T.Ö.T IŞİD’e gidiyor ve 2018 yılında ailesiyle birlikte Türkiye’ye geri dönüyor. Geri döndüğünde yakalanıyor ve hakkında “IŞİD Terör Örgütü Üyeliği” suçlamasıyla dosya açılıyor. Bu dosya kapsamında iki ifade veriyor. İlkinde Halis Bayancuk Hoca’nın 2015 ve sonrasındaki bazı fiilleriyle ilgili beyanda bulunuyor. İkinci ifadesinde ise işkence altında ifade verdiğini söyleyerek itiraflarını/iftiralarını geri çekiyor. Hakkında daha önce 2011 yılında açılan bir dosya olduğu için IŞİD dosyası, El–Kaide dosyasıyla birleşiyor ve mahkeme, kararını veriyor:
“27-) a-) Her ne kadar sanık T.Ö.T 12.04.2011 tarihinde yakalanmasına ilişkin TCK md. 314/2 uyarınca Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan cezalandırılması talep edilmiş ise de, CMK md. 225 kapsamında iddianamede anlatılan ve yargılamamıza konu olan sanığın üzerine atılı eylemin suç tarihinden önceki eylemler olduğu, atılı suçun oluşabilmesi için sanığın örgüt disiplinine bağlı, örgüt hiyerarşisi içinde yer alan, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine giren, örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılan, bu kapsamdaemir ve talimat almaya açık olan kişi olmasının gerektiği, sanığın savunmalarında bu döneme ilişkin dini eğitim amacıyla mescitlere gittiğini savunduğu, bu zaman diliminde sanığın örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girdiğine, örgütle organik bağ kurduğuna, yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunduğuna dair mahkumiyetine yeter derecede, her türlü şüpheden uzak, kesin ve net bir delil bulunmadığı, örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemlerin örgüt üyeliği için yeterli olmadığı, sanığın bu kapsamdaki eylemlerinin atılı suçun yasal unsurlarını da oluşturmadığı anlaşıldığından sanığın üzerine atılı bu suçtan CMK md. 223/2-a-e uyarınca BERAATİNE,”
Mahkeme özetle şunu söylüyor: T.Ö.T iki ayrı dosyadan yargılanıyor; ilki 2011-2015 arası, ikincisi 2015-2018 arası. Biz 2011-2015 arasında bir suç göremedik. Kararın b maddesinde ise 2015-2018 yılları arasındaki fiilleri nedeniyle ceza alıyor. Peki, bu neden önemli? Çünkü Halis Bayancuk Hoca hakkında ceza veren mahkeme T.Ö.T’nin ifadesini gerekçe olarak göstermişti:
“Etkin pişmanlık hükümleri kapsamında müdafii huzurunda ifade veren sanık T.Ö.T.’nın CMK md. 148/4 çerçevesindeki ifadesinden de anlaşılacağı üzere Suriye’de çatışma bölgelerinde Kürt İslam Cephesi isminde ketibesi olan Ebu Hanzala olarak tanınan sanık Halis Bayancuk’un, El-Kaide/DAEŞ silahlı terör örgütünün ülkemizdeki yapılanmasının lideri olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve yönetim sistemini tağut olarak görerek reddettiği, bu örgütün cihat adı altındaki terörist faaliyetlerini benimseyerek desteklediği, dini görünüm altında yapılanmasına dahil olan insanları bu yapı içerisinde etkilenerek sözde islam devleti olan silahlı terör örgütünün kontrolü altında bulunan çatışma bölgelerine yönlendirdiği,çatışma bölgelerine giden örgüt üyelerine dini duygular istismar edilerek toplanan yardımlarla maddi destek sağladığı, ülke içinde gizliliğe aşırı riayet edildiği, örgüt üyeleri ile şifreli haberleşmelerin sağlandığı, sık sık telefonların değiştirildiği,ülke içindeki yapılanmadaki organizasyonlar kapsamından sanığın örgüt üyelerine talimatlar verdiği, sanığın hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunduğu, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunduğu, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında, harekete geçiren, engelleyen veya durduran konumunda olduğu, örgüt üyelerine ilişkin adli mercilerce yapılan işlemlerin sanığa iletildiği, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü ülkemizdeki ayağını idare ettiği, emir ve direktif verdiği, karar verme gücüne sahip olduğu, bu şekilde örgütün ülkemizdeki ayağını yönetmek suretiyle silahlı terör örgütünü yönetme suçunu işlediği anlaşılmakla, sanığın Silahlı Terör örgütü Yönetme suçundan cezalandırılmasına,”
Bu durumda karşımıza bir kaç ihtimal çıkıyor:
1. T.Ö.T’nin ilk ifadesinin doğru olduğunu varsayalım. Buna göre Halis Bayancuk Hoca 2015 ve sonrasındaki filleriyle yargılanıyor. Çünkü gerekçeli kararda bu kişinin ifadesi dışında tek bir delil yok. Bütün ceza bu kişinin ifadesine dayandırılmış. Öyleyse şu iki soruyu sormak bizim hakkımızdır:
* Eğer 2011 dosyasına bakan Bakırköy 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Halis Bayancuk Hoca’nın 2015 ve sonrası fiillerini yargılıyor ve ceza veriyorsa o zaman Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2015 ve sonrasını yargılayıp aynı fiiller ve delillerle ceza vermesi hangi hukuki kaideyle açıklanabilir? Aynı zaman aralığındaki aynı fillerle yargılama yapmak, “Aynı suçtan iki defa yargılama olmaz./Aynı suçtan iki defa cezalandırma yapılamaz.” kaidelerine aykırı değil midir?
* İkinci sorumuz ise 2011 dosyasını hazırlayan Savcı Adnan Çimen Hazretlerine: Halis Bayancuk Hoca hakkında 2011 yılında bir soruşturma başlattınız. Ancak 2015 yılına kadarki fiilleriyle ilgili cezalandırmaya konu olabilecek bir fiil ortaya çıkmadı ve bir kişinin 2015 ve sonrasıyla ilgili itirafları neticesinde ceza verildi. Acaba 2011 yılındaki soruşturmanızda “Bu kişileri gözaltına alın, 2018 yılında bir kişi çıkacak, Halis Bayancuk ve arkadaşlarının 2015 yılından sonraki fillerini anlatacak, zulümde benim halefliğimi üstlenecek olanlar da bu sanıklara bu ifadeler üzerine ceza verecek.” derken, yani müneccimlik yaparken Pensilvanya’daki şeyhinizden mi yardım aldınız, yoksa kendinizi bu alanda geliştirdiniz de biz mi fark edemedik?!
2. T.Ö.T. verdiği ifadelerin işkence altında alındığını beyan ediyor ve ifadesini geri çekiyor. Eğer “Tanığın beyanı esastır.” ilkesi ülkemiz hukukunda da uygulanıyorsa ve Halis Bayancuk Hoca sadece bu tanık beyanıyla ceza almışsa bu tanık tekrar sorgulanmalı ve başka deliller de bulunmalıdır. Ancak Mahkeme ceza verirken bu kaidelerin hiçbirisini dikkate almadığı için ortaya çıkan netice bu olmuştur. Bu gerekçeyi okuyan bir kişide şu kanaat oluşur: “Halis Bayancuk adlı kişi gerçekten suçludur. Bunların hepsini yapmışsa daha da fazlasını hak etmiştir.” Peki, kurulan bu büyük büyük cümlelerin altını dolduran deliller nelerdir? Sadece ifadesini değiştiren bir kişinin beyanları! Hatta o kadar ironik bir durum var ki Mahkeme, gerekçeli kararına T.Ö.T’nin iki ifadesinden ikincisini, yani Halis Bayancuk Hoca’nın lehine olanı alıyor. Aleyhine olanı gerekçeli karara dâhil etmeyerek, onu kabul etmediğini beyan etmiş oluyor.
Sonuç olarak Mahkeme, Halis Bayancuk Hoca’yı, akıbeti belli olmayan bir tanık ifadesine dayanarak cezalandırdı ve “El-Kaide/DAEŞ Terör Örgütü Yöneticisi” olma suçlamasıyla ceza verdi. Bizler Halis Bayancuk Hoca’yı farklı örgütlerle yargılayan farklı heyetlere hep şunu anlattık: “Bir kişinin birbirine düşman iki örgüte lider olması akla da hukuka da aykırıdır.” Bizler daha mahkemelere bu hakikati göstermeye çalışırken 2011 dosyasının heyeti çıtayı bir tık daha yükseltti ve aynı dosya içinde, birbiriyle savaşan iki ayrı örgüte, aynı anda yöneticilik yaptığı iddiası ile cezası verdi. Hâlbuki iddianamelerin girişinde bu örgütlerin sahada çatıştığı istihbarat raporlarına dayanılarak anlatılıyor. Ne diyelim, Allah beterinden korusun! En azından henüz sol örgütleri işin içine karıştıran bir heyet görmedik!
2017 Sakarya IŞİD Dosyası
* 2017 yılının Mayıs ayında Sakarya merkezli bir operasyonda Halis Bayancuk Hoca gözaltına alındı ve tutuklandı. Müebbetle yargılandı ve yaklaşık bir sene sonra “IŞİD Terör Örgütü Yöneticisi” olma suçlamasıyla ceza aldı. Halis Bayancuk Hoca son duruşmasında, gerekçeli karardaki absürtlükleri çok net bir şekilde anlattı. (18 Eylül karar duruşmasında Halis Hoca’nın yaptığı savunma için tıklayınız)
Akabinde dosya İstinaf Mahkemesine gitti ve bizim yıllardır ilgili heyetlere anlata anlata dilimizde tüy kalmayan hakikati ifade ederek dosyayı bozdu:
İstinaf Mahkemesi özetle şunu söyledi:
“Bu kişi hakkında farklı örgütlerden farklı zamanlarda dosyalar açılmış. Öncelikle bu dosyaların hepsi incelenmeli, birleştirme imkânı olan birleştirilmeli ve bu sanığın hangi tarihler arasında hangi örgütten yargılandığı açığa çıkartılmalıdır.”
İstinaf Mahkemesi esasa daha hiç girmeden, dosyayı usulden bozdu. Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi bu karardan hoşnut olmasa da üst mahkeye uymak zorunda olduğu için dosyayı kapattı ve Halis Bayancuk Hoca hakkında açılan ilk dosyaya, yani 2008 yılındaki dosyayla birleştirilmek üzere Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi. Ancak 2008 yılındaki dosyanın heyeti bu karardan memnun olmadı ve kararı kabul etmediği için dosya uyuşmazlık mahkemesine, yani Yargıtaya taşındı. Yargıtay ise “ne şiş yansın ne de kebap” deyimiyle özetleyebileceğimiz bir anlayışla hareket ederek hem hukuki olarak olması gerekeni anlattı hem de Halis Bayancuk Hoca hakkında olumlu bir karar vermeyerek birilerinin gazabından kendisini korudu:
Yargıtayın kararı çok önemliydi. Çünkü Halis Bayancuk Hoca hakkında açılan ilk dosya ile son dosya arasında bağ olduğunu beyan etti. Dolayısıyla bu iki tarih arasında var olan tüm dosyaların birleştirilmesinin önündeki engel kalktı. Yargıtay özetle şunu söyledi:
“Bu her iki dosya arasında hukuki, fiilî ve şahsi irtibat vardır; ama birleşmesinde hukuki yarar yoktur. Çünkü bu dosyalar birleştiğinde Halis Bayancuk ile beraber yargılanan kişiler bundan olumsuz etkilenecektir.”
Elbette Halis Bayancuk Hoca ile yargılanan diğer sanıkları bilmeyenler hemen bu karara yapışıp Yargıtayın ne kadar hakkaniyetli bir tutum sergilediğini düşünebilirler. Ancak hakikat öyle değil. Çünkü Halis Bayancuk Hoca zaten Sakarya’da, yani 2017 dosyasında tek başına yargılanıyor. 2008 dosyasında ise sadece U.A. isminde bir sanık var ve istihbarat raporlarına göre bu kişi ölü. Mahkeme onun ölü olup olmadığını üç senedir netleştirmeye çalışıyor. Yani adaleti hassas hukukumuz ölü olduğu iddia edilen bu kişinin hakkını korumak için Halis Bayancuk Hoca’nın aynı fiillerden birkaç kez ceza almasına göz yumdu!
Netice ortada: Birleşmeyen dosyalar, aynı fiiller üzerinden yapılan yargılamalar, her dosya için ayrı ayrı cezalar… 2011 yılında Halis Bayancuk Hoca’yı gözaltına alan ve 17-25 Aralık soruşturmalarından dolayı hâlâ cezaevinde olan, dönemin Terörle Mücadele Amiri G.A, Halis Bayancuk Hoca’ya, “Hoca, artık kafamız senden yana rahat. Bundan olmasa diğerinden ceza alırsın. Bir daha dışarıyı zor görürsün.” demişti. FETÖ’cüler şu tutmasa diğeri tutar diyerek her iki senede bir dosya açarken onların yolunu takip edenler de bu dosyaların her birinden Halis Bayancuk Hoca’nın ceza alması hususunda kararlı görünüyorlar.
* Yargıtayın bu kararı üzerine dosya tekrar Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesine döndü ve Mahkeme, İstinafın birleştirme kararına uyulamayacağını düşünerek tekrar karar vermek istedi. Bu arada ilginç bir gelişme oldu. Halis Bayancuk Hoca için 2015 yılında açılan bir dosya, 2014 yılında açılan Van dosyasıyla birleşti. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi de aralarında bağ olduğu gerekçesiyle iki dosyayı birleştirerek Sakarya’ya gönderdi. Geçen celse bu birleştirme kararı Sakarya Mahkemesine ulaştı. Böyle bir durumda yargı mensubu olan her ferdin de bileceği üzere Heyetin önünde iki seçenek vardır:
Ya Van’dan gelen dosyayı birleştirme talebini kabul eder ve Savcı yeniden mütalaa verir.
Ya da Van’dan gelen dosyayı kabul etmez ve dosya uyuşmazlığa gider. Üst mahkeme bu dosyanın kimde olması gerektiğine karar verir.
Peki, Sakarya Mahkemesi ne yaptı? Hiçbir şey! Evet, yanlış duymadınız; hiçbir şey yapmadı ve dosyayı olduğu gibi ortada bıraktı. Sanki gözlerini ve kulaklarını Van’dan gelen dosyaya kapattı ve bu hâliyle yargılama yapıp bir de ceza verdi. Hâlbuki mantiken düşünüldüğünde Van Mahkemesinin kararını hemen kabul etmesi gereken ilk mahkeme, Sakarya Mahkemesiydi. Çünkü onun dosyası bu nedenle İstinaf tarafından bozularak gönderilmişti ve bu karar sonrasında birçok mahkemeye dosyaları birleştirmek için talepte bulunmuştu. Ancak birleştirme talebiyle kendisine dosya gelince bunu dikkate dahi almadı. Çünkü Türkiye’deki hiçbir mahkeme Halis Bayancuk Hocanın dosyalarının kendisinde birleşmesini is-te-mez. Büyük resim ortaya çıktığında hukuken -ve vicdanen- yapacağı tek şeyin 8 yılını cezaevinde geçirmiş bir kimseye beraat vermek olduğunu bilir ve bunu yapamayacağı için sorumluluğu üzerinden atmak ister. Bu heyetlerin, dosyaların kendilerinden çıkması ve kendilerinde birleşmemesi için verdikleri canhıraş mücadeleyi ancak bu şekilde izah edebiliriz.
Daha da kötüsü ne biliyor musunuz? Ceza kararı, Mahkemeye yeni atanan ve dosyayı ilk defa gören iki yeni üye hâkimin oylarıyla oybirliğinin sağlanmasıyla verildi. Bu hâkimler ne zaman bu Mahkemeye katıldı, hangi arada onlarca klasörü okuyup delilleri değerlendirdi ve bir insanın 12,5 yılına mâl olacak bir kararı 15 dk gibi bir sürede vermeye gönülleri nasıl razı oldu?
Sonuç olarak Halis Bayancuk Hoca toplamda 8 yıl, Sakarya’daki soruşturmada ise yaklaşık 3,5 yıldır cezaevinde kalıyor. Eğer Halis Bayancuk Hoca’nın Sakarya’da aldığı ceza onanırsa yaklaşık 9 yıl cezaevinde kalması gerekecek. Ancak yargılamanın yaklaşık olarak ne kadar süreceğini dikkate aldığımızda bu kararın üst mahkemelerde tamamıyla onanana kadar en az dört beş yıl geçeceğini söyleyebiliriz. Böylece yargılama üst mahkemelerde tamamen bittiğinde ve ceza onandığında Halis Bayancuk Hoca zaten cezasını bitirmiş olacak. Ya da eğer ceza üst mahkemelerde bozulursa bu kadar yıldır boşu boşuna yatmış olacak. Bunu en iyi, ceza veren mahkemeler bilmesine rağmen tahliyeye kamuoyu baskısı nedeni ile yanaşmıyor ve en temel insani değerleri dahi gözleri kapalı bir şekilde çiğniyorlar.
Burada emanet babından şunu da eklemekte fayda var: Her ne kadar Sakarya 2. Ağır ceza mahkemesinde verilen ceza oybirliği ile verilse de Halis Bayancuk Hocanın tutuklu olarak kalması oy çokluğu ile alınmış bir karar. Heyet başkanı vicdanının sesini daha fazla bastıramamış olacak ki bu karar muhalefet şerhi koydu ve Halis Bayancuk Hocanın tutuksuz olarak yargılanmasını istedi.
Artık Halis Bayancuk Hoca’nın yargılamalarındaki hiçbir şey bizi şaşırtmıyor. Eğer bir akademisyen bu dosyaları incelerse hâkim ve savcıların neler yapmaması gerektiğine dair ciddi bir eser ortaya koyabilir. Bunu yapacak bir akademisyen var mı bilmiyoruz, ama semaya yükselen duaları kaydeden ve mazlumun ahı ile kendisi arasında perde olmayan bir Rabbimiz olduğunu biliyoruz.
Enes Yelgün