Ebu Hanzala Hoca’nın mahkeme kararı

Mahkeme, Ebu Hanzala Hoca hakkında açılan dava için kararını verdi.

Gerçekleşen davada mahkeme heyeti, son operasyonda 1 sene 20 gündür tutuklu bulunan Ebu Hanzala Hoca’ya “DEAŞ adlı terör örgütüne yöneticilik yapma” suçlamasından 12 yıl 6 ay hapis cezası verdi.

Ayrıca Ebu Hanzala Hoca, “Terör örgütü propagandası” yaptığı suçlamasıyla 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldı. Heyet, örgüt propagandası suçundan verilen cezanın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kararlaştırdı. Ve hakkında takdiren herhangi bir yükümlülük yüklenmesine gerek olmaksızın hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildi.

Ebu Hanzala Hoca’nın 7. duruşmada yaptığı mahkeme konuşmasından bazı bölümler:

“Ben El-Kaide’yi inanç ve menhec olarak benimsemiyorum. Daha önce Star Gazetesine El-Kaide ile alakam olmadığına dair demeç vermiştim ki Star Gazetesi ulusal bir gazete.

Savcının bütün iddiaları Sakarya’da yediğim yemeğe dayanıyor. Zannımca bundan sonra Türkiye’de gezerken Sakarya’da durup dinlenmeyeceğim.

Tekfir ile suçlanıyorum. Anayasanın hangi maddesinde ‘tekfir suçtur’ diye geçiyor? Demokrasinin şirk olduğunu söylediğim için yargılanıyorum. Anayasanın hangi maddesine göre ‘Demokrasi şirk’ demek suçtur?

Tağutu tekfir etmekle suçlanıyorum. Bu Kur’an’ın emridir. Anayasanın hangi maddesine göre bunu söylemek suçtur? Ebu Hanzala Hoca Bakara suresi 256. ayeti okuyor…

Eğer ben siyasi otorite rahatlasın diye zulmen cezalandırılıyorsam, Allah’ın huzurunda hakkımı almadan ayrılmayacağımı söylüyor ve Allah’a hamd ediyorum. Allah’ın beni koruyacağına inanıyor ve Allah’a tevekkül ediyorum.

183 sayfalık iddianamenin tek satırında dahi ne bir saldırı iddiası ne de bir kanıta dair ifadeye yer verilmemiştir. 

Aksine mahkeme salonunda yaşananlar, elini vicdanına koyma erdemine sahip olan herkese bu davanın bir terör davasından ziyade inandıkları değerler nedeniyle türlü suçlamalara maruz bırakılan sadece Rabbine iman eden bir topluluğunun yargılandığını gösterecektir. 

Ebu Hanzala Hoca’nın mahkeme konuşmasının tam metni

İddianamede benimle ilgili olan iddialara daha önce uzunca cevap vermiştim. Onun için iddianame ile alakalı hiç konuşmayacağım. Orada yaptığım bütün savunmaları tekrarlıyorum. Savcı mütalaasında şahsım ile ilgili sekiz tane iddiada bulunmuş. Bu sekiz iddiaya sırasıyla cevap vermek istiyorum.

  1. Savcı mütalaasında benim daha önce yargılandığımı ve ceza aldığımı belirtmiştir. “Bu sanığın El-Kaide silahlı terör örgütü yöneticisi olduğu sabittir. Buna dair faaliyetlerini tutuksuz olarak sürdürmeye devam etmektedir.” demiştir iddia makamı.

Savcının kendisi (anayasadaki) yasalara bağlı biri değilkenbir başkasını anayasaya bağlı olmamakla suçlaması hem manidardır hem de altı çizilmesi gereken bir husustur. Çünkü masumiyet karinesi, başta İslam hukuku olmak üzere bütün evrensel hukukta geçerlidir. Bir insanın suçu kesinleşinceye kadar o insan masumdur.Kaldı ki savcının delil aldığı bu yargılama onyıldır devam etmektedir. Ve ben bunun dokuzyılında tutuksuz yargılanmışım. Mahkemem hâlâ sürmektedir. Altı ay, sekiz ay veya bir sene süre arayla duruşmalar ertelenmektedir. Ve muhtemelen de dosyada hiçbir delil olmadığından dolayı bir onsene daha devam edecektir. Ama savcı bu yargılamayı benim terör örgütüyle ilişkili ve yöneticisi olduğumun sabit olduğuna delil olarak sunmuştur.

Savcı bütün iddialarını hiçbir somut delile dayandırmadan sadece ve sadece emniyet ve istihbarat raporlarına dayandırmıştır.Emniyet veya istihbaratın nasıl çalıştığı bu ülkede yaşayan herkesin malumudur. Bundan dolayı siyasiler her on yılda bir meclis kürsüsünden muhaliflerinden özür dilemek zorunda kalmaktadırlar. Çünkü emniyet (polis) siyasi bilinçten yoksundur.Sadece devlet refleksi ile hareket etmektedir. Ve devletin her türlü muhalifini terörist olarak etiketlemektedir. Bununla ilgili yaşanmış bir olay anlatmak istiyorum:

“Bir gün solcuların yaptığı bir eylem sırasında ülkücüler de polise destek vermek için aynı meydanda yer almışlardır. Polis ülkücülerden birini dövmeye başlayınca adam: ‘Ben anti komünistim! Ben anti komünistim!’ diye bağırmaya başlamıştır. Polis dayağa iki dakika ara verip adamın ne dediğini sormuştur. Adam: ‘Ben anti komünistim. Komünist değilim, size yardım etmeye geldim.’ Polis iki saniye düşündükten sonra: ‘Komünistin antisi mantisi olmaz!’ “ diyerek adamı dövmeye devam etmiştir. Yani, polisin muhalefete bakış açısı bu şekildedir. Biri devlete muhalifse polise göre bu adam teröristtir.Ve bunu terörist olarak istihbarat raporlarına geçmektedir.

Kaldı ki emniyet ve istihbarattan (şahsımla ilgili) gelen bu raporlar dikkatle incelendiğinde zaten savcının bu raporların hiçbirini veya bir bütün olarak hepsini okumadığı anlaşılmaktadır. Sadece işine gelen iki tanesini okumuş ve bunları da mütalaaya dayanak kılmıştır.

  • Savcı, ben tahliye olduktan sonra Sakarya’yı da kapsayacak şekilde El-Kaide ve IŞİD adına örgüt faaliyetlerini sürdürdüğümü söylemiştir.

El-Kaide örgütüne gelince ben daha önce mahkemeye ibraz ettim. Ulusal bir gazete olan Star gazetesindetam sayfa yayınlanmış bir röportajım vardır. Ben sizin de okuduğunuz üzere o röportajda El-Kaide’yi inanç ve eylem olarak tasvip etmediğimi, onların da aynı şekilde bizim gibi onlara karşı mesafeli duran insanları tasvip etmediklerini açık bir şekilde beyan etmiştim.

İkinci örgüt olarak savcı burada IŞİD örgütünü vermiştir. Oysa savcının kastetmiş olduğu eylemin aslen de Sakarya’da yemiş olduğumuz yemeğin tarihi 25.11.2016’dır. Fakat iddianamenin 65. sayfasındaki istihbarat raporuna bakıldığı zaman 2015 itibariyle bizim hiçbir örgüte biat etmediğimiz, buna sıcak bakmadığımız ve bizi seven bu insanların Suriye, Irak, Afganistan gibi bölgelere gitmemesi gerektiğine dair insanlara demeçlerde bulunduğumuz yazılıdır.

Kaldı ki ben daha öncesinde Tevhid Dergisi’nin 2014 Temmuz sayısını (30. sayı)[1]mahkemeye sunmuştum. O sayının yazıldığı ay olan Haziran ayı IŞİD’in hilafet ilan etmiş olduğu aydır. O sayıda Tevhid Dergisi’nin başyazısının başlığı “Suriye’de Yaşanan Olayların Değerlendirilmesi”dir.[2]Yani, biz bir Müslüman camia olarak Suriye’deki olaylara dair değerlendirmemizi kaleme almıştık. Ve orada altını çizerek size sunduğumuz yerde gördüğünüz gibi: “Suriye’de insanların neye inandığı ve ne için savaştığı belli değildir. Bu tip ortamlar karışık ortamlardır. Müslümanların böylesi ortamlardan şiddetle uzak durması gerekmektedir. Kaldı ki bırakın IŞİD’in hilafet kurmasını IŞİD henüz İslami bir cemaat olma hüviyetine bile sahip değildir.”diye yazmaktadır.

  • Yine savcı bu iddiasının içinde El-Kaide ve DAEŞ silahlı terör örgütlerinin amaçlarının anayasal düzeni yıkarak yerine şer’i esaslara dayalı bir devlet kurmak olduğunu söylemiştir. Benim de bu örgütlerin Türkiye sorumlusu olduğumu iddia etmiştir.

El-Kaide ve IŞİD Türkiye’de anayasal düzeni yıkmaya çalışmaktadır. Ben El-Kaide ve IŞİD’in Türkiye sorumlusuyum savcıya göre. Ama ben sadece yemek yiyor ve insanları yemeğe davet ediyorum. Hangi mantığa vurursanız vurun, ister İslam mantığına ister Aristo mantığına ister esnaf mantığına vurun. Bu, bariz bir çelişkidir. Savcının sadece devleti koruma refleksi ile iddialarda bulunduğu ama altını dolduramadığı görülmektedir.İki örgüt birbirinden farklı, sahada birbiriyle savaşıyor ama ben iki örgütün sorumlusuyum!

  • Yine bu iddiasında savcı: “2016’da cezaevinden çıktıktan sonra Sakarya’yı da kapsayacak şekilde faaliyetlerine devam etmiştir.” demiştir.  

Savcının bütün dayanağı veya örgüt faaliyeti düzenleme adı altında yargılanıyor oluşumun sebebi Sakarya’da yemiş olduğumuz sadece bir yemektir. Bir daha Türkiye’de bir yere yolculuk yaparken Sakarya’da durup dinlenmeyeceğimden eminim. 2016’nın Kasım ayında Sakarya’da verilen bu yemeğin bir örgüt toplantısı olduğu ispat edilmiş midir ki bunun üzerine hüküm bina edilmiş ve oraya gelenlerin hepsinin örgüt üyesi olduğu iddia edilmiştir? Polis kapıya kadar saniye saniye fotoğraf çekmiştir. Fakat polis IŞİD gibi yakıcı ve yıkıcı bir örgütün yemek toplantısını dinlememiştir. Resimleriyle, belgeleriyle getirip mahkemenin önüne sunmamıştır. Veya yargılama boyunca bu yargılamaya temel olan bu yemekte ne konuşulduğu insanlara sorulmamıştır. Niçin? Faraza biz bir örgütüz ve IŞİD adına çalışıyoruz. Bir araya toplandık. Bu örgüt elemanları karınlarını doyurmak için yemek yemiyorlar mı? Bunlar sadece bir yerlere kumpas kurmak için mi bir araya toplanıyorlar? Yani, şunu demek istiyorum: Biz gayet insani bir sebepten bir araya toplanıp, yemek yiyip, hâl-hatır sormuş olamaz mıyız?Ha bunun aksi iddia edilip “Hayır! Siz yemeklerinizi bile örgütsel amaçlarınız için kullanıyorsunuz.” deniyorsa bunu ispat etmek önce kolluğun, sonra bu iddiaları bir hukuk standardı olarak bu iddianameye kaydetmiş olan savcının, daha sonra da mahkemenin görevidir.

Bizim avukatlarımızla yaptığımız bütün konuşmalarda sonuç olarak vardığımız nokta şudur: Dünyadaki en zor savunma bizim savunmamızdır. Çünkü hiç olmayan bir şeyin olmadığını ispat etmeye çalışıyoruz. Yani, bir yemek yemişiz. Biz diyoruz ki: “Biz bu yemekte fıkhi, güncel bazı meseleleri konuştuk.”Ama savcının iddiasına göre bu yemekte örgüt propagandası yapılmıştır.

  1. Savcı: “Bunlar selefi, tekfirci, cihadcı anlayışı benimsemektedirler. Demokrasiyi şirk, cihadı farz ve tağuta bağlılığı kâfirlik olarak görmektedirler.” demiştir.

Bu bir iddia olarak buraya yazılmıştır. Diyanet İlmihali kitabında hak mezhepler sıralanırken “Eşarilik, Maturidilik ve Selefilik hak mezheplerdendir.”diye yazmaktadır. Diyanet İlmihalinde yazılan bu kısım daha önce  tarafınıza sunulmuştur. Kaldı ki bütün iddianame yüz seksen üç sayfadır. İddianamenin hiçbir yerinde bizim kendimizi selefi olarak tanımladığımız mevcut değildir. Daha önce hâkime hanım bana: “Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?” diye sormuştu. Ben de demiştim ki: “İnsanları tevhide ve sünnete davet eden tevhid ehli Müslümanlar olarak kendimizi tanımlıyoruz.”Faraza savcının iddiasını kabul edip kendimize “selefi” dedik. Selefi olmak suç mudur? Eğer selefi olmak suçsa acaba Cumhuriyet Savcısı, diyaneti de yargılamayı veyahut onlar hakkında da bir suç duyurusunda bulunmayı düşünüyor mu? Çünkü diyanet selefiliğikendi ilmihallerine de hak mezhepolarak kaydetmiştir.

  • “Bunlar tekfircidir!” demiştir savcı.

Anayasada kaç tane yasa veya madde var bilmiyorum. Ama şunu sormak istiyorum: Tekfirci olmanın suç olduğuna dair tek bir tane yasa veya madde var mıdır?Kur’an-ı Kerim’de Kafirun suresi diye bir sure vardır. Ve Allah (ac) orada Peygamberin (sav) İslam dinini kabul etmeyenlere şöyle seslenmesini istemiştir:

قُلْ يَا اَيُّهَا الْكَافِرُونَ

“De ki: Ey kâfirler!” [3]

Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette Allah (ac) İslam dini dışındaki dinleri kabul eden insanları “kâfir” diye isimlendirmiştir. Misal, bunlardan biri Maide suresindeki şu ayettir:

لَقَدْ كَفَرَ الَّذٖينَ قَالُوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍ

“Allah üçün üçüdür diyenler (teslis inancına inananlar) hiç şüphesiz ki, küfre girmiş ve kâfir olmuşlardır.” [4]

Ben de “Allah üçün üçüdür.” diyen birine Kur’an-ı Kerim’e dayanarak“Bu kâfirdir!” dediğim zaman suç mu işlemiş oluyorum? Eğer bu bir suçsa ve ben bunu bilmiyorsam acaba savcı Kur’an-ı Kerim’i de  yargılamayı düşünüyor mu?

  • “Cihadın farz olduğuna inanıyorlar.” demiştir savcı.

Kur’an-ı Kerim’de seksen ayette Allah (ac) insanlara cihadı ve tafsilatını anlatmaktadır. Bir mümin olarak çocukluğumdan beri Kur’an-ı Kerim benim kitabımdır. Kur’an-ı Kerim’i Arapçasından da manası olan Türkçesinden de bilen biri olarak cihad ile ilgili Kur’an’daki seksene yakın ayeti inkâr edecek değilim. Evet, cihad Allah’ın bir emridir. Kıyamet gününe kadarda farziyetini koruyacaktır. IŞİD, El-Kaide veya benzeri farklı örgütlerin Allah yolundaki cihad mefhumunu saptırmaları, bunu sadece kan pornografisine indirgemeleri Allah’ın dinindeki cihadı inkâr etmemizi gerektirmez. Bundan Allah’a sığınırım. Evet, cihad bir farizadır. Ve ben de bir mümin olarak cihadın farz olduğuna inanıyorum. Kaldı ki, eğer mahkeme gerek görüp “Cihad farz mıdır?” diye Diyanete bir yazı yazarsa başta Diyanet ve İlahiyat olmak üzere bütün dinî kuruluşlar (benim kabul etmediklerim de dahil olmak üzere) “Evet, cihad farzdır. Cihad Allah’ın dininde namaz gibi oruç gibi bir hükümdür.” diyeceklerdir.

  • “Demokrasiyi şirk olarak görmektedirler.” demiştir savcı.

Demokrasinin şirk olduğunu kabul etmenin suç olduğuna dair anayasada bir madde vardır da bizim mi haberimiz yoktur? Eğer bize: “Siz niçin demokrasiyi şirk olarak kabul ediyorsunuz?” diye sorulmuş olsaydı biz bunu gayet güzel açıklardık. Allah (cc) A’raf suresinde şöyle buyurmaktadır:

اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ

Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir..” [5]

Yani, nasıl ki yaratıcıda Allah’a ortak kabul etmek şirktir; aynı şekilde kanun yapma meselesinde Allah’a ortak kabul etmek de bir şirktir.

Burası bir mahkemedir ve bir yargılama yapılmaktadır. Ve mahkeme başkanı bu yargılamaya hâkimdir. Eğer bizlerden biri usule aykırı bir davranışta bulunacak olsa başkan hemen bizleri uyaracaktır. Çünkü buranın sorumluluğu başkanın omuzlarındadır ve kendi sorumluluk alanına kendisinden başka birinin müdahale etmesine fıtri olarak müsaade etmeyecektir. Şu soruyu sormak istiyorum: Siz yargılamada, ben kendi evimde, esnaf olan arkadaşımız iş yerinde “Burası benim mülkümdür. Ve benim mülkümde benden başkası konuşamaz.” derken âlemlerin Rabbi olan Allah bu kâinatı yaratmış, içine sayısız rızık yerleştirmiş ve bizi yoktan var etmişken; niçin Allah kendi mülkünde O’nun kanunlarına rağmen insanların kanunlar çıkarmasına müsaade etsin? Evet, demokrasi bir dindir ve şirktir.Ben demokrasiden berîyim. Ve ömrümün sonuna kadar da insanlara -Allah bana hidayet eder rahmetini esirgemezse- : “Demokrasiden uzak durun! O, Hristiyanlık gibi Yahudilik gibi laiklik gibi insanları ateşe götürür.”demeye devam edeceğim.

  • “Tağuta bağlılığı kâfirlik olarak görmektedirler.” demiştir savcı.

Aynı sorumu tekrar ediyorum: Yasalarda tağuta bağlılığı küfür olarak görmenin suç olduğuna dair bir madde mi vardır? Şayet böyle bir madde yoksa bize: “Niye böyle inanıyorsunuz?” diye sorulsaydı şöyle derdim: “Kur’an-ı Kerim’de sekiz ayrı ayette Allah “tağut” diye bir kavramdan bahsetmiştir.

Misal, Bakara suresi 256. ayette Allah şöyle buyurmaktadır:

فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى لَا انْفِصَامَ لَهَا

“Kim tağutu inkâr eder Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulpa yapışmıştır.”

Misal, Nahl suresi 36. ayette Allah (ac) şöyle buyurmaktadır:

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فٖى كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ

“Andolsun ki biz, her kavme insanları Allah’a ibadete davet etsinler ve tağutlardan kaçınmaya davet etsinler diye rasûller gönderdik.”

Yüz yirmi dört bin peygamber tağuta bağlılığın kâfirlik olduğunu anlatıp insanları tağuttan uzak durmaya davet etmiştir. Nitekim yüz yirmi dört bin peygambere iman eden Müslümanlar olarak elbette ki tağuta bağlılığı kâfirlik olarak görüyoruz. Ve umuyorum ki Rabbimiz son nefesimize kadar da bizi bu akide üzere sabit kılar ve canımızı bu şekilde alır. (Allahumme amin.)

  1.  “DAEŞ’in bölgede hakimiyet kurması ve üstünlüğü ele geçirmesi üzerine Halis Bayancuk bu örgüte yönetici (sorumlu) olmuştur. Ve (adına ‘davet’ dediği) terör faaliyetlerini bu örgüt adına yürütmeye başlamıştır.” demiştir savcı.

İki dosyamızda ve daha önceki hukuki yargılamalarda bulunan birtakım önemli hususlar savcının bu iddiasını yalanlamaktadır. Bu iddialarla ilgili daha önce de şunu söylemiştim. IŞİD’in hilafet ilanı 2014’tür. IŞİD’in Türkiye’de terör örgütü kabul edilmesi ise 2015 yılıdır. Bizim iddianememizin ikinci sayfasında ve emniyetten mahkemenin istediği bilgi notunun üçüncü sayfasında 2015 itibari ile bizim insanları bu tip örgütlerden sakındırdığımızzaten vardır. Kaldı ki 2014 yılında Van’da açılmış olan dava El-Kaide davasıdır, IŞİD davası değildir. Ve yine 2015 yılında yani, benim 2016’da tahliye olduğum mahkeme de El-Kaide dosyasıdır. Bu sebepten ötürü ortada bir çelişki bulunmaktadır. Yani, savcı bizim IŞİD olduğumuzu söylemiştir. Ama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015 yılında açtığı ve hâlen devam eden dava El-Kaide davasıdır. Emniyet ise raporlarında 2015 yılı itibariyle bizim bu örgütlerden insanları sakındırdığımızısöylemektedir. Yine burada yargılanmadan üç ay önce Ankara’da IŞİD üyeliğinden yargılandım. Ve mahkemeorada bizim soruşturmamızda örgüt üyeliğine dair koğuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.Yani, üç ay önce zaten ondan beraat etmiştim. Savcının: “Örgüt güçlendikten sonra bu adam IŞİD’e katılmıştır.” iddiasının gerek devam eden hukuki yargılamalar gerek istihbarat raporları gerekse de Ankara’nın vermiş olduğu karar ile zaten yerinde olmadığı açıkça görülmektedir.

  1. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında FETÖ aleyhine beyanda bulunması üzerine ilerleyen süreçte DAEŞ’le anlaşmazlığa düştü. Ve 31.01.2018 tarihi Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’nın bilgi notunda son dönem itibariyle DAEŞ örgütü ile arasında ihtilaf oluştu.” demiştir savcı.

Savcı burada kelime oyunu yapmıştır. Zannımca elinde hiçbir somut delil olmadığından dolayı sürekli topu taca atmaktadır. Hakim bey, bilgi notuna baktığımız zaman evet bilgi notunun tarihi 2018 olabilir. Ama emniyetin göstermiş olduğu bilgi notunda 2015 itibariyle çatışma bölgelerinde faaliyet gösteren herhangi bir gruba biat edilmediği, bu yöndeki düşüncelere sıcak bakılmadığına dairrapor vardır. Bu raporu siz bize verdiniz. Yani, sanki savcı şöyle bir çerçeve çizmiştir: “Tamam, her ne kadar raporlarda bu olsa da 2018 yılında bu bilgi notu alındığı için ‘son dönem’ demiştir. Zaten hemen bir altında şöyle bir ifade kullanmıştır: “2016 yılında cezaevinden çıktıktan sonra DAEŞ örgütü yöneticisi olarak ülkede yoğun faaliyetler gösterdi.” Bunu söylemesinin sebebi şudur: İddianamenin 121. sayfasında Akman Öztürk biriyle bir telefon konuşması yapmıştır. Ve bu telefon konuşmasında gelip benimle görüştüğünü, benim kim olduğuma dairkarşısındaki kişiyle arasında bir konuşma vardır. Dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum. 25.11.2016bizim Sakarya’da yemiş olduğumuz yemeğin tarihidir. Bu konuşma 06.11.2016tarihinde yani, yemekten 19 gün öncedir.“Halis Bayancuk bu yemek esnasında da hâlen örgütle bağlarını devam ettirmektedir.” demiştir. Ama bu telefon konuşması bu yemekten 19 gün öncedir. Ve Akman Öztürk benimle konuştuğunu, bizim IŞİD olmadığımızı, IŞİD gibi örgütlerle aramızın iyi olmadığını karşısındaki kişiye iddianamenin 121. sayfasında anlatmıştır.

  • “Bunlar 2016’dan sonra darbe girişiminden bir müddet sonra IŞİD’le faaliyetlerine devam ettiler.” demiştir savcı.

Fakat iddianamenin 69. ve 70. sayfasındaki istihbarat raporu bunu yalanlamaktadır. Çünkü bizim cemaatimize bağlı olduğunu söylediği bir şahsın WhatsApp’ta kurduğu bir grupla ilgili bir konuşma aktarmıştır buraya. Hemen darbenin akabinde IŞİD’cilerin bizleri kâfir olarak gördüğünü ve bizlere karşı çok ciddi bir tepki ortaya koydukları istihbarat raporunun 69-70. sayfalarının son paragrafında mevcuttur. Aynı şekilde bu da iddianamenizde mevcuttur.

Devamını okumak için tıklayınız.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_imgspot_img

Sıcak Gelişmeler

Benzer Haberler