Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Tekirdağ 1 No’lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Ümit Karaduman, gönderdiği ve kendisine gelen mektupların UYAP’a kaydedilmesi uygulamasının sonlandırılması ve kayıtlarının silinmesi talebiyle Tekirdağ 2’nci İnfaz Hakimliğine başvurdu.
Başvuru dilekçesinde mektupların kalıcı şekilde sisteme kaydedilmesinin yasal dayanağının olmadığını savunan Karaduman, bunun “özel hayata saygı hakkı ile masumiyet karinesinin ihlali” olduğunu ifade etti.
Başvuruyu inceleyen İnfaz Hakimliği, söz konusu durumun Anayasa’ya aykırı olmadığına hükmetti.
Tutuklu Karaduman’ın karara yaptığı itiraz, Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildi.
Bunun üzerine Karaduman, “tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumunda mektuplarının tamamının UYAP’a kaydedilmesiyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Başvuruyu inceleyen Yüksek Mahkeme, başvurucunun, Anayasa’nın 20’nci ve 22’nci maddelerinde güvence altına alınan “özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine” hükmetti.
Başvurucunun adli yardım talebini kabul eden AYM, kararın bir örneğinin, özel hayata saygı hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere Tekirdağ 2’nci İnfaz Hakimliğine gönderilmesine karar verdi.
AYM, Karaduman’ın tazminat talebini ise reddetti.
Açık ve detaylı kurallar içermeli
Anayasa Mahkemesinin kararının gerekçesinde mahpusların mektuplarının UYAP’a kaydedilmesi uygulamasının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 5275 sayılı Kanun, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün 122’nci ve 123’üncü maddeleri ile genelgeye dayandığı bildirildi.
Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen bulunmasının yeterli olmadığı ifade edilen gerekçede, kanunilik ölçütünün aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirdiği, bu noktada kanunun niteliğinin de önem kazandığı belirtildi.
Mahpusların yazışmalarının, özel hayata dair mahrem kalmasını istediği konular ile kişisel veri kapsamında kalacak bilgileri içerebileceği gözetildiğinde, mahpusun temel hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasını içeren kanunların, konuyla ilgili temel esasları ve ilkeleri belirleyecek nitelikte olması gerektiğine işaret edilen gerekçede, şunlar kaydedildi:
“Bu kapsamda kanun veya ilgili kanuna dayanan mevzuatın özellikle yazışmaların sistematik olarak kaydedilmesinin kapsamına ve mektup ile içeriğindeki mahrem bilgiler ile kişisel verilerin muhafazasına ilişkin esasları belirlemesi beklenir. Bununla birlikte mahpusların yazışmalarının tutulma süresi, bu yazışmalara üçüncü kişilerin erişimi ile içeriğindeki verilerin kullanılması, imhası ve verilerin gizliliğinin sağlanması hususlarına ilişkin muhataplarının yetki aşımı ve keyfiliğe karşı yeteri kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı kuralları içermesi gerekmektedir. Somut olaydaki düzenlemenin mahpusun sakıncalı bulunmayan, kişisel nitelikteki bilgilerini de içeren ve yargısal süreçlerle ilgisi olmayan yazışmalarının UYAP’a kaydedilmesi suretiyle muhafaza edilmesine olanak sağlayarak mevzuatın mektubun sakıncalı olup olmamasına göre belirlediği usulden ayrılma sonucunu doğurduğu değerlendirilmiştir.”
Belirsizliğin olduğu saptandı
Uygulamayla mahkumiyete konu suçun özelliği ya da tutuklu ile hükümlünün ceza hukuku bağlamındaki statülerine göre farklılık öngörülmeden, sakıncalı olup olmadığına bakılmadan tüm yazışmaların UYAP’a sistematik şekilde kaydının yapıldığı belirtilen gerekçede, şu ifadelere yer verildi:
“Mahpusun yazışmalarının ne kadar süreyle sistemde saklı tutulacağı, bunların üçüncü kişilerin erişimine ve kullanımına hangi şartlarda açılacağı, infaz kurumu tarafından hangi mercilerle paylaşılabileceği, kişisel verilerin ve mahremiyetin nasıl korunacağı hususlarında açık bir düzenlemenin mevcut olmadığı, uygulamada da anılan konular yönünden bir belirsizliğin olduğu anlaşılmıştır. Bu açıklamalar bağlamında müdahalenin kanuni dayanağının olmadığı sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesi, açıklanan gerekçelerle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine karar vermiştir.“dedi.