Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle stratejik bir konumda olduğu gibi siyasi ve kültürel anlamda da oldukça önemli bir konumdadır. Medeniyetlerin zemininde bulunan Orta Doğu, tarih boyunca sürekli olarak dinlerin, kültürlerin ve siyasi çıkarların savaş/oyun alanı olmuştur.
Farklı dinlerin, kültürlerin ve milletlerin bir arada olduğu/olmak zorunda olduğu bu topraklar üzerinde sürekli olarak büyük güçlerin planları oluvermiştir.
Birinci Dünya/Paylaşım Savaşlarının hemen öncesinde batılı devletler tüm Orta Doğu için yeni bir harita belirledi. Bu haritalar gelişi güzel değil, bilinçli ve üzerinde her anlamda kafa yorulmuş bir şekilde hazırlanmıştı. Öyle ki ileriki birkaç yüzyılda bile batılıların asimilasyonuna, sömürüsüne ve müdahalesine açık onlarca ‘sebeb’in üzerine çizilmiş bu haritalar, batılı devletlerin politika poliçeleri görevini de görmüştür.
Kuşkusuz ki Orta Doğu ülkeleri arasında Batı’ya hem sınır hem de kültür olarak en yakın ülke Türkiye’dir. Bu sebeple bu toprakların ‘dosyaları’ batılı masalarda her daim açık durur.
Türkiye’de toplumsal bir kaos veya ayrıştırıcı bir dil ile ötekileştirme olayları, muhakkak bu zaviyeden okunmalı ve hareket metotları buna göre düzenlenmelidir.
…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin üzerinden yaklaşık 4 yıl geçti. Darbenin hemen öncesinde tüm ülkeye hakim olan milliyetçilik söylemleri, darbe girişimi ile zirveye ulaştı. Peşine ilan edilen OHAL ile süreç muhtemelen artık telafisi mümkün olmayan bir milliyetçilik çıkmazına evrildi. Bununla beraber iktidarın muhafazakâr söylemden milliyetçi ve Kemalist söyleme geçişi ülkenin değişen iklimini katmerleştirdi.
Değişen bu iklimle beraber her kesimden mağduriyet yığınları oluşmaya devam ediyor. Ayrıştırıcı ve ötekileştirici dili yöneticilerden, siyasilerden, ‘kanaat önderleri’nden ve medyadan her gün duyan vatandaş, doğal olarak bu iklime ayak uydurmaya çalışıyor. Hükümetin son birkaç yıllık icraatlarıyla periyodik bir şekilde puan kaybetmesiyle beraber bu kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı dil hükümete yakın ‘dindar’ insanlardan da zahir olmaya başladı.
Başörtülü kadınların televizyon programlarında ‘komşularıyla alakalı listelerden bahsedip’ tehditkâr açıklamalarda bulunmasından, gazeteci olarak bilinen kimselerin ‘listelerden’ ve ‘milyonlarca insanın kanı’nın dökülmesinden bahsetmesine varana kadar… Kavanoza uzun namlulu silahların mermilerini doldurup poz veren sarıklı cübbeli kimselerden, ‘vakti geldiğinde ortalığı kana bulayacağını’ vaat edenlere kadar… Neler oluyor gerçekten?
Biz, Tevhid ve Sünnet Cemaati adına, yıllardır her zeminde kaos ve kargaşanın zararlarıyla alakalı görsel ve yazılı beyanlarda bulunduk. Zira biz şuna inanırız: Bir yerde kaos ve anarşi varsa orada sağlıklı düşünmek ve hareket etmek olanaksızlaşır. Kaos ve anarşinin hakim olduğu coğrafyalarda her zaman taassup ve tarafgirlik vardır. Sağlıklı muhakemenin olmadığı bir zeminde, tarafların bırakın muhalif düşüncelere saygı duymasını, yaşam hakkı dahi tanıması mümkün değildir. Kaosun olduğu yerde ‘ya sev ya da terk et’ sloganının hakim olduğu bir iklim vardır. Yasalar görünürde de olsa kaosta güçlü tarafın lehine işler ve güçlü tarafın kanunsuzlukları görmezden gelinir.
İslam dini asla kaosu ve anarşiyi tasvip etmediği gibi, çözülmesi gereken ilk meseleler listesinde daima bu konu vardır. Zira sağlıklı bir davet ve İslami çalışma ancak ve ancak kaos ve anarşinin olmadığı, zihinlerin berrak ve aktif olduğu, harici ve duygusal tazyiklerden emin olunduğu ortamlarda olabilir.
Son zamanlarda bazı tasavvufi camiaların hocaları ve tabileri tarafından özellikle sosyal medyada ‘selefilik ve vehhabilik’ adı altında, tevhid ehlinin hedefe aldığını görüyor ve bunun tehlikeli bir hale evrilmesinden endişe duyuyoruz.
Herkesçe malum olan bir mutasavvıf hocanın birkaç farklı TV programında ‘Türkiye’de 2 bin’in üzerinde selefi dernek kuruldu. Hepsi şu an silahlanıyor!’ gibi akla mantığa sığmayan delilsiz-ispatsız iddialarıyla başlayan bu süreç gün geçtikçe farklı bir yere doğru gitmektedir. Aynı hocanın, Ergenekon davalarından tahliye olan ve ‘…Şimdi Ergenekon’dan çıkıyoruz. Kınından çıkmış bir kılıç gibiyiz. Bütün cemaatlerin, tarikatların kökünü kazıyacağız! Cumhuriyeti yeniden ayağa kaldıracağız. Görevlere hazırız.’ diye açıklamalar yapan Doğu Perinçek’e methiyeler dizmesi ve ‘kardeşim’ diye hitap etmesi de manidardır.
Bir başkasının sosyal medyada ‘28 Şubat sürecinde derin devlet hükümete müdahale için Aczimendileri kullandı. Şimdi ise Erdoğan hükümetine bir darbe hazırlığı konuşuluyor. Bu defa da selefileri/vehhabilileri kullanacaklar!’ diye paylaşım yapması bunlara verilecek birkaç örnektir.
Özellikle son birkaç ayda YouTube üzerinde kim/kime ait olduğu bilinmeyen, sürekli olarak Türkiye’deki tevhidi camiayı bilhassa da her zaman ve her yerde şiddetin ve kaos ortamlarının zararlarını anlatan camiamızı, bazı terör örgütleriyle iltisaklıymış gibi gösterip hedef haline getiren, kolluk kuvvetlerini göreve davet eden ve aşırı tahrik edici bir dille provoke eden kanallar videolar paylaşmaya başladı.
Son aylarda tüm dünyada yer yer görülen ve ABD’de bir siyahi vatandaşın polis tarafından öldürülmesiyle iyice büyüyen protestoların bir benzerinin önümüzdeki haftalarda ülkemizde de görülmesi muhtemeldir. Zira milliyetçilik ve partizanlık dili devletin idarecilerinden sokaktaki vatandaşın diline kadar sirayet etmiş durumdadır.
AKP-MHP koalisyonunun iyice puan kaybetmesi, yeni alternatif arayışlarının açıktan dillendirilmesi, HDP ve CHP milletvekillerinin önce vekilliklerinin düşürülmesi ve ardından apar topar tutuklanmaları, artan işsizlik, cezaevlerindeki doluluk oranları, virüs sonrası belirsizlik ve buna benzer onlarca önemli mesele, ülkenin ciddi bir kaos ortamının eşiğinde olduğunun habercisidir.
Tüm bunların yanından ‘nasıl oluyorsa’ ‘sofiler ile selefiler çatışması’ da konuşulur oldu. Sosyal medyada tasavvuf camiasına müntesipliğini gizlemeyen onlarca belki yüzlerce hesaptan bu minvalde paylaşım görmek mümkündür.
Tevhid ve Sünnet Cemaati olarak, başta kendini tevhid ehli diye kabul edenler olmak üzere tüm İslami Camialara çağrımız, oluşturulmak istenen bu kaosun ne bir parçası ne de çanak tutucusu olmamalarıdır. Biz ‘Rabbimiz Allah’tır’ diyen ve insanları Rabbimizin ak-u pak dinine davet eden bir davet cemaatiyiz. Asla ama asla kaos ve anarşiden yana olmadık, olmayacağız. FETÖ mensubu medya ve yargı mensuplarının başlattığı ve yıllardır atılagelen EL KAİDE ve IŞİD iftiralarıyla mağdur edildik, zulme uğradık. Ancak her defasında terör ve kaostan yana olmadığımızı, sükûnet ve selametten yana olduğumuzu deklere ettik.
Evet, tasavvuf camiasının inanç ve amel sisteminin şeriata muhalif birçok olgularla dolu olduğunu söylemekteyiz. Ancak bu ilmi bir meseledir. İlmi meseleler asla siyasete yahut başka ‘şeylere’ malzeme yapılamaz, yapılmamalıdır. İlmi konular yine ilmi reddiyeler ile masaya yatırılır. Unutulmamalıdır ki bu din Allah’ın dinidir. Allah dinini bize tebliğ etsin diye Muhammed Mustafa’yı seçti, ki o en güzel örnektir. Dinin esaslarını da tebliğ metot ve ahlakını da ondan almayanlar asla başarıya ulaşamazlar. Muhammed Mustafa’nın usulünde ve üslubunda asla aşağılama, tahkir ve alay olmamıştır.
Buradan gerek tevhidi camiaların gerek de tasavvufi camiaların kanaat önderlerine çağrımız, bu kaos ihtimalini görmeleri ve bu konuda tarafların, takipçilerine sükûnet çağrısında bulunmalarıdır. Allah korusun bu fitnenin ucunun nereye varacağını kestirmek mümkün olmayabilir.
Rabbimizden selamet ve sükûnet talep eder, davamızın sonunun O’na hamd olduğunu yineleriz.