1979’da gerçekleştirilen devrimden bu yana, 40 yıldan uzun bir süredir, İran ile İsrail arasında inişli, çıkışlı gerginlikler yaşanıyor. İranlı yetkililer, varlığını meşru görmedikleri İsrail’i,İsrail de İran’ın nükleer çalışmalarını ve bölge ülkelerinde artan etki ve faaliyetlerini büyük bir tehdit olarak algılıyor.
Son yıllarda ise, ABD önderliğindeki P5+1 ülkelerinin İran ile yürüttüğü nükleer müzakereler, bu gerginliğin dozunu belirliyor. Demokrat Obama döneminde varılan nükleer anlaşma Trump döneminde işlevsiz hale gelirken, Biden döneminde nükleer anlaşmaya dönme çabaları hız kazandı.
İşte, uzmanlara göre 2020’den itibaren artarak devam eden gerginliğin nükleer anlaşmaya dönme çabalarıyla doğrudan ilişkisi var.
İki ülke arasında son yıllarda yaşanan gerginlikleri anlatan haberlerde en çok geçen kelime ise, “suikast”.
Esasen, iki ülke arasındaki çatışmanın doğası, oldukça farklıydı. İran, Lübnan ve Filistin’de destek verdiği güçler ile İsrail’i hedef alıyor, İsrail ise, İran’a bağlı güçleri Lübnan, Suriye ve Irak’ta vuruyordu.
Geçtiğimiz günlerde, Türkiye’de İsrailli turistleri hedef almayı amaçlayan İran’a bağlı bir grup ajanın yakalanması ise, geleneksel durumun değiştiğinin son işaretiydi.
Suikast Savaşları…
2020 yılı İsrail’in İran’da düzenlediği saldırılar için kilit bir yıldı diyebiliriz. İlk önce İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetleri açısından kritik önem taşıyan İsfahan kentindeki Natanz Şehid Ahmedi Ruşen Nükleer Merkezi’nde patlama meydana geldi. Sabotajdan şüphe ediliyordu. İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi, olaydan yaklaşık iki ay sonra, tesiste meydana gelen patlamanın nedeninin sabotaj olduğunu ifade etti.
Daha sonra ise, İran’ın nükleer programının kilit isimlerinden ve aynı zamanda Savunma Bakanlığı Araştırma ve İnovasyon Kurumu Başkanlığını da yürüten Muhsin Fahrizade, Tahran’ın Abserd ilçesinde bir grup silahlı saldırgan tarafından aracına düzenlenen silahlı saldırı neticesinde hayatını kaybetti.
İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı ve eski Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan, İsrail’in Orta Doğu’daki genişleyen varlığının “stratejik bir hataya” dönüşebileceğini belirterek, “Bazı cihazların kurulumundan sorumlu olanlar, muhtemelen orada patlamaya yol açan bazı değişiklikler yapmışlardır.” dedi.
Bu iddiaların yanı sıra 2010’dan bu yana İran’da Muhsin Fahrizade dahil olmak üzere 5 nükleer bilimcinin suikasta kurban gitmesi de şüpheleri İsrail’e çekti.
Kuantum fiziği ve temel parçacık fiziği alanlarında çalışmalarıyla bilinen Mesud Alimuhammedi’nin 2010’da bombalı saldırı sonucu öldürülmesinin ardından yakalanan zanlı Mecid Cemali Feşi, Tel Aviv’de Mossad’ın eğitiminden geçtiğini ve suikastı İsrail adına işlediğini anlattı.
Gizemli kazalar
Geçtiğimiz aylarda nükleer tesiste çalışan jeolog Kamran Ağamollai ile uçak mühendisi Eyüp Entezari’nin ölümü akıllarda soru işaretlerine neden oldu.
New York Times gazetesine konuşan, ismi açıklanmayan bir İranlı yetkili, “İran, İsrail’in onları yiyeceklerine zehir koyarak öldürdüğüne inanıyor” dedi.
Ölümleri daha da gizemli hale getiren ise İsrail medyası ve yurt dışındaki Farsça haber kanallarının Ağamollai’nin Natanz’daki İran nükleer tesisinde çalıştığı yönündeki haberleriydi. Mevcut bilgilere göre Ağamollai bir jeoloji mühendisiydi ve doktora eğitimi alıyordu. Jeolojik bölgeler, pratikte uranyum alanlarının araştırılması veya testler için uygun alanların belirlenmesi ile ilişkilendiriliyor.
Entezari’ye gelince; Ağamollai’nin ölümünden iki gün önce, geçtiğimiz Mayıs ayının sonunda vefat eden 35 yaşındaki genç adam, uzay mühendisliği ve uzay araştırmaları alanında doktora yapıyordu. The New York Times’a göre Entezari, başkent Tahran’ın güneydoğusundaki Yezd kentindeki bir hükümet araştırma merkezinde füzeler ve uçak türbinleriyle ilgili projeler üzerinde çalıştı.
Entezari, iş insanı bir tanıdığı tarafından Yezd şehrinde davet edildiği bir yemeğe katıldıktan sonra zehirlenme belirtileri gösterdi. Olaydan sonra, akşam yemeğine ev sahipliği yapan kişi ortadan kayboldu ve halen İranlı yetkililer tarafından aranıyor.
Ağamollai, 2 Haziran’da Tahran’a yaptığı bir iş gezisinden sonra, hastalık semptomları görülmeden ve durumu hızla kötüleşmeden önce Tebriz’e dönüyordu. Bir arkadaşının gazeteye aktardığına göre, sağlığı ciddi şekilde bozulmadan önce hastaneye kaldırıldı ve ölümünden önce tüm hayati organları iflas etti.
Söz konusu iki ölüm dışında, son birkaç hafta içinde en az beş kişi olmak üzere, İran Devrim Muhafızları saflarında birçok subay yaşamını yitirdi.
Albayların sır ölümleri
İran’da Devrim Muhafızları Ordusu mensubu Albay Ali İsmailzade’nin bir hafta önce balkondan düşerek hayatını kaybettiği açıklandı.
Bir süre sonra ise, İran Devrim Muhafızları Ordusunun ülke dışındaki askeri-istihbari operasyonlarını yürüten Kudüs Gücü bünyesinde Suriye’de görev aldığı belirtilen albay Albay Seyyad Hodayi, Tahran’daki evinin önünde arabasında beklerken motosikletli iki kişinin açtığı ateş sonucu başından vurularak hayatını kaybetti.
Ölümlerin arkasında kimin olduğu soruları yine dünya basınında yer almaya başladı.
Zira ölümler, yıllardır gizli bir sabotaj ve hedef gözeterek öldürme savaşı yürüten İran ve İsrail arasındaki gerilimin arttığı yeni bir döneme denk geldi.
Her iki subay da, İsrailli yetkililerin yurtdışındaki yabancıları öldürmekle görevli olduğunu söylediği, Devrim Muhafızları’nın seçkin ve gizli birimi 840’ın üst düzey üyeleriydi.
İran, Hodayi’ye gerçekleştirilen suikasttan İsrail’i sorumlu tutarken, Amerikan “New York Times” gazetesinin isminin açıklanmasını istemeyen bir istihbarat yetkilisine dayandırdığı haberine göre, İsrailli yetkililer, İranlı albaya düzenlenen suikastın arkasında kendilerinin olduğuna dair ABD’yi bilgilendirdi.
Öldürülen İranlı albayın Kudüs Gücü bünyesinde oluşturulan ve İsrailli siviller ve yetkililer dahil olmak üzere yabancılara yönelik kaçırma ve suikast operasyonlarını yöneten “Birim 840″da üst düzey görev yaptığını iddia eden İsrailli yetkililer, Amerikalılara “suikastın bu birimin operasyonlarını durdurması için İran’a uyarı” niteliği taşıdığını iletti.
İsrailli yetkililer, Albay Hodayi’nin son 2 yıl içinde Kolombiya, Kenya, Etiyopya, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde İsrailli, Avrupalı ve Amerikalı siviller ve hükümet yetkililerini hedef alan suikast girişimlerinden sorumlu olduğunu öne sürdü.
Son çare: Üçüncü ülkelerde suikast
İran’da sık sık yaşanan ölümler ve ölümlerin arkasında kimlerin olduğu tartışılırken, yaklaşık iki hafta önce İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “İran’ın İsraillilere yönelik terör saldırısı düzenleme girişimleri nedeniyle İsrail vatandaşlarına İstanbul’a ve Türkiye’ye seyahat etmemeleri çağrısında bulunuyorum.” ifadelerini kullandı.
Bu açıklama, iki ülke arasındaki “suikast savaşını”nın artık üçüncü ülkelere de sıçrayabileceği tehlikesini gözler önüne sermiş oldu.
Zaten bir süre sonra da Milli İstihbarat Teşkilatı, İstanbul’da İran’a çalıştıkları düşünülen bir grup ajanı yakaladı. İsrail basınına göre, iki ülke ortak çalışmasıyla İsraillileri hedef alan birçok saldırı engellenmişti.
Nükleer anlaşmayla gelen gerginlik
Başta da ifade ettiğimiz gibi, uzun bir süredir İsrail ile İran arasındaki gerginliğin dozunu nükleer anlaşma belirliyor. Öyle ki, Biden yönetiminin bütün çabalarına ve güvenlik garantilerine rağmen İsrailliler İran ile imzalanacak bir nükleer anlaşmayı kendileri için tehdit olarak görüyor.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un sözleri, konunun anlaşılmasında oldukça önemli bir yer tutuyor.
“İran nükleer tehdidi, bir anlaşma olsun ya da olmasın, kalıcı olarak etkisiz hale getirilmeli. İran’ın nükleer silah kapasitesine sahip olmasına izin verilmemeli.”