Cübbeli Ahmet’e Cezaevinden Cevap | Halis Bayancuk Hoca

Uşşaki tarikatında ortaya çıkan cinsel taciz iddiaları sonrası kamuoyunda tarikatlara karşı oluşan tepkiler dinmek bilmedi. Taciz olayının yargıya taşınması ile eş zamanlı olarak tartışma programlarında boy gösteren Cübbeli Ahmet, gündem değiştirebilmek adına yıllardır, ara ara hedef gösterdiği, iftira ve hakaretlerde bulunduğu Halis Bayancuk Hoca ve Tevhid Dergisi Camia’sına karşı bir algı operasyonuna girişti.

Cübbeli Ahmet çıktığı her programda, konu ile alakalı ya da alakasız, öne sürdüğü hayal ürünü iddiaları ile Halis Hoca ve sevenlerini ağır töhmetler altında bıraktı. Medya patronları ve yapımcılar da farklı kaygılarla, Cübbeli’nin Halis Hoca’nın kişilik haklarına yönelik saldırılarına çanak tuttular. Sosyal medyadan ekranlara taşınan, aylardır süren bu kolektif itibar suikastine karşı Halis Hoca söz hakkını kullanarak cezaevinden cevap verdi;

 

İddia Sahibi Delilini Getirmek Zorundadır

Allah (cc) Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

“De ki: ‘Eğer doğru söylüyorsanız (içinde hiçbir şüphe olmayan kesin) kanıtınızı getirin. ” [1]

Bu ayet-i kerime bir taraftan her iddia sahibine iddiasını ispatlama sorumluluğu yüklediği gibi diğer taraftan direkt olarak, delil getirenlerin sadıklardan olduğunu; dolaylı olarak ise delil getirmeyenlerin yalancılardan olduğunu ispat ediyor.

Ahzâb Suresi’nde geçen bir ayet-i kerimede ise Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Mümin erkek ve kadınlara yapmadıkları şeyle iftirada bulunanlar, hiç şüphesiz, iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” [2] 

Peygamberimiz (sav) sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Delil getirmek iddia sahibinin üzerinedir.” [3]

İslam’ın “kebair”den, yani büyük günahlardan kabul ettiği cürümlerden biri de başkalarına iftira etmektir. Zikrettiğim ayetler ve Peygamberimizin (sav) hadisine dayanarak şunları söyleyebilirim: “Cübbeli Ahmet ismindeki adam, hem yalancıdır hem müfteridir hem de iddialarının hiçbirine delil zikredemeyecek kadar aciz bir insandır!”

Peygamberlerin Daveti Karşısında İnsanların Kısımları

Cübbeli Ahmet, katıldığı televizyon programlarında bizimle ilgili yaptığı konuşmalarda önce itikadımızla/inanışımızla ilgili bir şeyler söylemiş, akabinde bunun üzerine birtakım hükümler bina etmiştir. İtikadımızla ilgili söyledikleri -eksik ve hatalı olmakla birlikte- genel anlamda doğru olduğunu söyleyebiliriz. Evet, tevhid bizim itikadımızdır. Biz şöyle inanıyoruz: Allah (cc) bütün kullarına yakındır ve bir insanın Allah’a kulluk etmesi için hiçbir aracıya, türbeye, şeyhe, canlı ya da cansız hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur. Kim Allah’a (cc) kulluk etmek istiyorsa “Ya Rabbi!” demesi ve Allah’a yönelmesi yeterlidir.

Peygamberlerin daveti karşısında insanlara iki kısma ayrılırlar:

– Dini Allah’a halis kılıp hiçbir aracı edinmeksizin O’na kulluk edenler,

– Salih olduğuna inandıkları varlıkların ruhlarını, türbelerini, ağaçlarını, kabirlerini veya başka şeylerini Allah (cc) ile aralarına aracı kılanlar.

Bize göre bir insanın Lât putunu Allah ile arasında aracı kılmasıyla, bir şeyh efendiyi ya da bir türbeyi Allah ile arasında aracı kılmasında hiçbir fark yoktur.

Allah’a Teslim Olmak Nasıl Olur?

Biz, “Müslim” ismiyle isimleniriz. Çünkü Allah’ın dininin adı İslam’dır. İslam ise teslimiyettir. Teslimiyetle ilgili Allah (cc) bizlere iki sorumluluk yüklemiştir:

– Yalnızca Allah’a teslim olmak: Allah (cc), “Öyleyse O’na teslim olun.” [4] buyurmuştur.

– Bir bütün olarak Allah’a teslim olmak: Allah (cc), “İslam’a bir bütün olarak girin.” [5] buyurmuştur.

Hâliyle kendisini “Müslüman” diye isimlendiren bir insanın, hayatın her alanında Allah’ın hükmüne, şeriatına ve kaderine teslim olma zorunluluğu vardır. Bugün sizin savunduğunuz, yanında durduğunuz, kendilerine göz kırptığınız laik ve Kemalist sistem, hayatı parçalara ayırmıştır. Parçalara ayırdığı bu hayatın belli kısımlarında insanların Allah’a teslim olmasını, belli kısımlarında da sisteme teslim olmasını istemektedir. Elbette ki bu, Allah’ın dini değildir ve bu, Allah’a karşı haddini aşmaktır!

Sizler evleneceğiniz zaman, “Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle…” diyerek evlenirken, Allah (cc) boşanma hükmü indirmemiş midir ki falan parlamentonun veya Medeni Kanun’un hükümlerine göre boşanıyorsunuz?

Bir yakınınız öldüğünde cenazesini İslam hükümlerine göre defnederken, Allah (cc) katil hükümlerine dair kısas hükmü indirmemiş midir ki parlamenterlerin veya başka ülkelerin belirlediği ceza hukukuna göre kişileri cezalandırıyorsunuz?

Dükkânınızın kapısını açarken “Bismillah!” demeyi ihmal etmiyor ve “Rızık Allah’tandır.” diyorsunuz. Peki, dükkânınızda ve devletin ekonomisinde neden -başta faiz olmak üzere- kapitalizmin, Allah’ın yasakladığı kuralları geçerli kılıyorsunuz?

Birileri evinize gelip sizden izin almaksızın hareket ettiğinde bu davranışıyla “haddini aşmış” olur. Dünya ve içindekiler de tamamıyla Allah’ın mülküdür. Allah’ın mülkünde O’nun (cc) izin vermediği işleri yapan insanlar, Allah’a karşı hadlerini aşmışlardır ve bunun Kur’ân-ı Kerim’deki karşılığı da tuğyandır. Allah’a karşı haddini aşmak ve tağutlaşmaktır.

Allah’ın Hükümleri Karşısında Herkes Eşittir

Bizim inancımıza göre bütün insanlar Allah’ın hükümleri karşısında eşittir. Muhammed’in (sav) kızı Fatıma (r.anha), bir suç işlediğinde şeriat ona nasıl tatbik ediliyorsa, diğer bütün insanlara da aynı şekilde tatbik edilir. Fakat sizin dininize göre Nakşibendiye’nin Halidiye koluna mensup kişilerin koluna iki melek girecekmiş ve onları kestirme yoldan cennete götürecekmiş!

Düne kadar Nakşibendîleri Allah’ın dininde imtiyazlı görüyordunuz, bugün bu imtiyaza Kemalist ve laikleri de mi eklediniz?

Kemalist ve laiklerin Allah’ın şeriatına boyun eğme sorumluluğu yok mudur? Bu sistemin, Allah’ın dinine “tam anlamıyla” teslim olma sorumluluğu yok mudur? Yok mudur ki onlara Allah’ı hatırlatan ve hadlerini aştıklarını söyleyen insanları suçluyor ve bunun ülkeyi bölecek, topluma zarar verecek bir hareket olduğunu söylüyorsunuz?

Örfi Eman

Cübbeli Ahmet, yukarıda ana hatlarıyla kısaca beyan ettiğimiz itikadımızı yarım yamalak zikrettikten sonra bu inanışın zararlı olduğunu söylüyor. Doğrudur; sizin dininiz size, bizim dinimiz bizedir. Fakat bunun üzerine bina ettiği birtakım hükümler vardır. Bu nedenle tüm sözlerini/iftiralarını zikredecek ve bizzat kendisine hitap ederek buradan cevap vereceğim:

Sen diyorsun ki: “Bu insanlar bizim malımızı, canımızı, kadınlarımızı, kızlarımızı kendilerine helal görüyorlar.”

Ey Müfteri! Ben seni Allah adına, bu söylediğine delil getirmeye davet ediyorum ve biliyorum ki ebediyen buna delil getiremeyeceksin.

O programda yüz binlerce insana hitap ederek, “Ben bugüne kadar kimseye kâfir demedim.” diyorsun. Ben, muayyen olarak kendilerine kâfir dediğin onlarca ismi ispatlayabilirim. Anladık, yalan söylerken Allah’tan korkmuyorsun; peki, saçına sakalına düşen aktan da mı utanmıyorsun? Senin karşındaki insanların da senin gibi vazifeli ve “Senin böyle konuşmaların var.” diye sana cevap vermiyorlar. Ancak sen, Allah’ın (cc) bu sözlerini karşına çıkaracağına, seni hesaba çekeceğine inanmıyor musun?

Şimdi sana, “Sen, Allah’ın ayetlerini inkâr ettikleri, cennet ve cehennemle dalga geçtikleri için kâfir olduğunu söylediğin insanların; malını, canını, kanını kendine helal mi görüyorsun?” diye sorulsa “Asla!” diyeceksin ve bazı gerekçeler zikredeceksin. Sen hangi gerekçelerle bu iddiayı reddediyorsan; Müslimler de aynı gerekçelerle hiç kimsenin kanını, malını, canını kendilerine helal görmediklerini sana anlatacaklardır.

Biz Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın (sav) ümmetiyiz. O, bize “örfi eman” hükmünü öğretti. Aynı topraklarda yaşayan; beraber yolculuk yapan; birbirleriyle komşuluk, ticaret gibi ilişkileri bulunan insanlar -farklı dinlerden olsalar bile- birbirlerine karşı eman içindelerdir. Ayrı dinlerden olsalar bile kanları, canları, malları, ırzları birbirlerine haramdır ve bu insanların birbirlerine karşı ahlaki sorumlulukları vardır.

Bununla birlikte bizler Peygamberimizden (sav) öğrendiğimiz bir kaideyle; dışarıdan bakanın, hangi safta kimin savaştığını ayıramadığı ortamlardaki savaşın meşru olmadığına, İslam’a zarar verdiğine inanıyoruz. Bu nedenle bugün coğrafyamızda var olan bu savaşın Müslümanlara ve İslam’a bir faydası olmadığına, zarar verdiğine inanmaktayız.

Kişiye Yalan Olarak Her Duyduğunu Aktarması Yeterlidir

Sen, ekranlarda 2.000 tane silahlı selefî dernek olduğunu anlatıyorsun. Daha sonra ifade vermeye gittiğinde: “Ben bunu bilmem şu abiden duydum, bu abiden duydum.” diyorsun. Bu abilerinin kulağına fısıldadıklarını duyuyorsun da Peygamberimizin (sav) şu hadisini neden duymuyorsun:

“Kişiye yalan olarak her duyduğunu aktarması yeterlidir.” [6]

Her duyduğunu çıkıp her yerde söyleyemezsin. Söyleyebilmen için bir delilinin olması gerekir.

Ahlaksızlığın Mezhebi Yoktur

Şunu sorabilirsin: “Peki, bu düşüncede olup da yanlış yapan insanlar hiç mi olmadı?” Olabilir. Ahlaksızlığın dini yoktur. Ahlaksızlığın ideolojisi yoktur. Ahlaksızlığın mezhebi yoktur. Ahlaksızlık, ahlaksızlıktır. İnsanların kabir azabıyla ilgili korkularını kullanarak, onlara yanmaz kefen satan dolandırıcılar pekâlâ olduğu gibi; aynı şekilde tekfir ahkâmını kullanarak ahlaksızlık yapan insanlar da olabilir. Kur’ân kursu açma iddiasıyla insanların çocuklarını alıp istismar eden ahlaksızlar pekâlâ olduğu gibi; tekfir ahkâmını kullanarak ahlaksızlık yapan insanlar da olabilir. Günümüzde, Kemalist ve CHP’den olan bir kişi, insanların namusuna musallat oluyor ve bu nedenle yargılanıyor. Sosyalist bir partiye mensup bir kişi, seçmenini taciz ediyor ve yargılanıyor. Tarikatçı bir adamın, çocukları taciz ettiği açığa çıkıyor ve yargılanıyor.

İftiracının Cezası

Cübbeli Ahmet, iftiralarına devam ediyor ve şöyle diyorsun: “Bu insanlar dışarıdan para alıyorlar. Ben kesin olarak inanıyorum ki bu insanlar dışarıdan para alıyorlar.” Peki, delilin nedir? Birleşik Arap Emirlikleri’nden ve Körfez ülkelerinden aldığımızı söylüyor ve “Bu kadar çalışmayı nasıl yapıyorlar?” diye soruyorsun. Buna dair delil getirmediğin müddetçe müfteri kalmaya devam edeceksin. Sözlerinle Allah katında sorumlu olduğunu da Peygamberimizin (sav) şu hadisiyle sana hatırlatıyorum:

“Kim bir mümin hakkında onda olmayan bir şeyi söylerse, Allah onu, söylediğini ispat edinceye kadar irin çukurunda bekletir.” [7]   

Kendine bir irin çukuru kazmanı ve bu duruma hazırlanmanı tavsiye ediyorum. Çünkü Kıyamet Günü’nde bu iddialarını ispatlaman mümkün olmayacak.

Sen, Onları Dil Sürçmelerinden Tanırsın

Allah (cc) senin gibiler için şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki sen, onları konuşma üsluplarından (dil sürçmelerinden) tanırsın.” [8] 

Sen, bir taraftan bizler için “Bunlar, İngilizler tarafından kullanıyorlar.” diyor; öte yandan da şöyle söylüyorsun: “İngilizler bana geldi, ‘Sana bir külliye kuralım. Oraya Afganistan’dan, Pakistan’dan öğrenci getirelim, bu radikallere tasavvuf öğret.’ dediler.” Allah Allah! Acaba bu İngilizler, Radikal İslam’ın yayılmasını mı, yoksa tasavvufun yayılmasını mı istiyorlar?

İngilizler sana bu teklifi yaptıklarında televizyon televizyon gezip “Bu ülkeyi karıştırmak istiyorlar!” diye İngilizleri hedef gösterdin mi? Göstermedin. Polise, savcıya koşup İngilizler hakkında ihbarda bulundun mu? Bulunmadın. Peki, “Selefiler” dediğin veya bizim gibi muvahhid/tevhid ehli olan insanlar, senin gözünde İngilizlerden daha mı tehlikelidir ki sürekli onları diline doluyorsun.

Eğer öyleyse Necd ulemasını neden eleştiriyorsun? Onlar da Osmanlı’yı, İngilizlerden daha tehlikeli gördü ve bazı siyasi hatalar yaptı. Selefileri, İngilizlerden daha tehlikeli görerek sen de aynı duruma düşmüş olmuyor musun?

Yahu, Cübbeli Ahmet sen hangi dindensin? Hangi ahlaka mensupsun? Hangi ilkeye sahipsin? Söyle ki seni ona davet edelim; “Ey adam, inandığın değerlerde şu kaideler var, bunlara göre davran.” diyelim.

Örnek vermek gerekirse geçtiğimiz günlerde Macron, Radikal İslam’ı/Siyasal İslam’ı yapılandırmaktan, bu İslam anlayışının toplumun birliğini bozduğundan bahsetmişti. Aynı günlerde sen de burada Radikal İslam’dan/Siyasal İslam’dan, bu ülkeye “tağut” diyen kişilerden bahsettin. Hâl böyleyken şu soruyu sormama izin ver: Macron mu Nakşileşti, yoksa sen mi Fransız olmaya karar verdin?

Bir taraftan bu fiilleri gerçekleştirken diğer taraftan Kemalistlere göz kırpıyorsun. Türkiye’de siyasetle ilişkisi olan herkes çok iyi bilir ki bu ülkenin kurumlarını yapılandıran ülke Fransa’dır ve laiklerde de Fransızlara karşı müthiş bir hayranlık vardır. Gündemin Fransa’yla birken, aynı zamanda Kemalistlere de eğilim gösteriyorsun. O hâlde bize söyler misin, bunu nasıl değerlendirelim? Bu olaya nasıl yaklaşalım?

Cübbeli’ye Bir Teklif

Sen, Cübbeli Ahmet Efendi, içinde pek çok ima bulunan şu soruyu soruyorsun: “Bu adamlar bu çalışmaları nasıl yapıyorlar?” Eğer bize iftira atmadan ve ahlaksızlık yapmadan gelip bu soruyu Tevhid Dergisine sorsaydın, arkadaşlarımız çalışmalarımızı nasıl yaptığımızı sana anlatırlardı. Fakat sen müfteri olmayı tercih ettin.

Bizim çalışmalarımızı nasıl yaptığımızı anlatmadan önce sana önümüzdeki 20 yıl boyunca, yapabileceğin çalışmalara nasıl kaynak oluşturacağına dair bir öneride bulunmak istiyorum:

Bir; oturduğun saray yavrusunu sat; gelirini, temsil ettiğin davada kullan. Her sufi gibi sen de Fatih Çarşamba’da orta sınıfın oturduğu bir evde otur.

İki; bindiğin milyonluk arabayı sat; gelirini, temsil ettiğin davada kullan. Sen de her sufi gibi orta seviye normal bir vatandaşın bindiği arabaya bin.

Üç; dolandırıcı müteahhitlerin insanları dolandırmak için seni konu mankeni olarak kullanmalarına ve  sana milyonluk ev vermelerine izin verme. “Ben, insanları Allah’ın dinine davet ediyorum, bana şahsi yardım yapamazsınız. Bu yardımı Allah’ın davasına, Allah’ın dinine yapın.” de. Bu zamana kadar gelmiş şahsi hediyeleri maddiyata çevir, temsil ettiğin davada kullan.

Dört; çıktığın programlarda Fatih Altaylı ve benzeri adamların, “Hocam kol manşetin şu marka, çok pahalı; cübbenin kumaşı şu marka, çok pahalı.” şeklinde ifade ettiği kıyafetlerini sat ve her sufi gibi sen de Fatih Çarşamba’da orta seviye temiz, güzel ve uyumlu kıyafetler giy.

Umuyorum, bu söylediklerim önümüzdeki 20 yılda yapacağın çalışmalara nasıl kaynak oluşturacağına dair bir fikir vermiştir.

Son ve en önemli madde olarak ise sana şunu söylemek istiyorum: Bu çalışmalar parayla olmuyor Cübbeli Efendi. Bu çalışmalar, adanmış insanlarla oluyor. El-Kaviy ve El-Metîn olan Allah’a güvenen insanlara, Allah’ın (cc) yardım etmesiyle oluyor.

Sen, Fethullah Gülen’i önce eleştirip, güçlendiği dönemde onun elini ayağını öperek yanaşmaya çalışmak ve sonra güçten düştüğünde tekrar eleştirmek; Kemalistleri eleştirip, onlar yine eski konumlarına geldiğinde Kemalistlere göz kırpmak yerine hayatında bir defa -dönme dolap gibi dönmeden-, yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’a güvensen göreceksin ki Allah (cc) bütün imkânları önüne seriyor.

Bir kişi, yalnızca bir kişi, iddialarınla ilgili soru sorduğunda nutkun tutuluyor. Peki, yarın Kıyamet Günü’nde Allah (cc) seni iftira ettiğin insanlarla karşı karşıya getirdiğinde ve sana hesap sorduğunda ne yapacaksın? Hiç düşündün mü bunu?

Her Yıl Fitneye Düşmek

Allah (cc) bir ayet-i kerimede bir insan sıfatını tanıtarak şöyle buyurmuştur:

“Her yıl bir veya iki defa (Allah tarafından) imtihan edildiklerini, (buna rağmen) tevbe etmeyip öğüt almadıklarını görmüyorlar mı?” [9]

Bazı insanlar vardır; Allah onlara kendi hayatlarından dersler verir, ama onlar tevbe etmez ve Allah’a yönelmezler. Türkiye’de bir hocanın iffetine dil uzattın. Allah (cc) seni aynı iftiranın cinsinden cezalandırdı, tutuklandın ve cezaevine girdin. Aradan bir zaman geçti, Fethullah Gülen hakkında çok ağır konuşuyordun. Allah (cc) seni düşürdü, bu defa onu övmeye başladın. Fethullah Gülen’in gerçek yüzü ortaya çıktığında tekrar eleştirmeye başladın. Kemalistlere ömrün boyunca laf söyledin. Güçlendiler, bu defa onları övmeye başladın. Allah (cc) sana, senin hayatından bazı ibretler gösteriyor. Ama sen ne tevbe edip kendini ıslah ediyorsun ne de Allah’a dönüyorsun.

Allah’ın Laneti Yalancının Üzerine Olsun

Sen, Cübbeli Ahmet Efendi, “Bayancuk, IŞİD’in baş adamıdır.” diyorsun. Eğer ben IŞİD’in baş adamıysam Allah’ın laneti benim üzerime olsun. Sen de açık açık, “Evet, bu adam böyledir, değilse Allah’ın laneti benim üzerime olsun.” diyebilecek misin?

“Mahkeme 25 yıl ceza verdi.” diyorsun. İskilipli Atıf Hoca’nın vatan haini olduğuna dair mahkeme kararı var. Sen, onun vatan haini olduğuna mı inanıyorsun? Senin çok sevdiğin Menderes hakkında mahkeme kararı var. Sen onun vatan haini olduğuna mı inanıyorsun? Her şeyi geçelim. Fethullahçı yargıçlar yerinde kalsaydı ve davan sonuçlansaydı sen şu anda kadın satan bir adam konumunda olacaktın. Hakkında mahkeme kararı olacaktı. Sen siyasi konjonktür sayesinde beraat ettin. Bunu bilmiyor musun? O dönemde birileri çıkıp, “Bu adamın hakkında mahkeme kararı var.” deseydi, bugünkü gibi konuşabilecek miydin? Yusuf (as) döneminde yaşasaydın, hakkında verilmiş hüküm var diye ona da zina iftirasında mı bulunacaktın?

Seni önce Allah’tan korkmaya, daha sonra da saçına sakalına düşen aklardan utanmaya davet ediyorum. Allah var, ey adam! Ahiret var, ey adam! Hesap var, ey adam! O gün mazlumların hasmı olarak onların karşısına dikildiğinde; mazlumların yanında olacak, onların hakkını savunacak ve onların hakkını alacak olan; Allah’tır (cc). Bütün bu iftiraların hesabını sana tek tek soracağız.

Münazara Teklifi

Son olarak sana buradan açık bir çağrıda bulunuyorum: Benim karşıma çık. Seninle konuşalım. Ben sadece Eş’ari ve Maturidi akide, Hanefi fıkıh ve tasavvuf ahlak kitaplarını kullanacağım. İki dakika senin konuşmalarını dinleteceğim. Sonra da o kitaplardan metin okuyacağım ve Allah’a yemin ediyorum, hiçbir yorum yapmayacağım. Sen ise istediğini kullanabilir ve istediğini konuşabilirsin. Madem bizlerin, insanların itikadını saptırdığına, zarar verdiğine inanıyorsun; gel, sana açık bir fırsat! Otur, bunu bütün insanlara göster.

Seni Allah’a Havale Ediyorum

Biz seni, söylediklerini ispat etmeye davet ediyoruz. İddialarını ispatlamadığın müddetçe dünyada da ahirette de müfteri, yalan söyleyen ve apaçık günah işleyen bir insan olarak kalacaksın. Bütün muvahhidlere/tevhid ehline, bu söylediklerinin hesabını tek tek Ahiret Günü’nde vereceksin.

Seni Allah’a havale ediyorum. Seni Allah’a havale ediyorum. Seni Allah’a havale ediyorum. Umuyorum ki eli kolu bağlı insanlara yaptığın bu saldırının karşılığını, âlemlerin Rabbi olan Allah verecektir. Senin dinin sana, benim dinim bana! Biz senden de inandığın dinden de üzerinde bulunduğun yoldan da berîyiz.

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.

 


[1] 27/Neml, 64

[2] 33/Ahzâb, 58

[3] Tirmizi, 1341

[4] 22/Hac, 34

[5] 2/Bakara, 208

[6] Müslim, 5; Müstedrek, 382

[7] Ebu Davud, 3597

[8] 47/Muhammed, 30

[9] 9/Tevbe, 126

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_imgspot_img

Sıcak Gelişmeler

Benzer Haberler