Bugün “hukuksuzluk, haksızlık veya hak ihlali” toplumun birçok kesiminin yüz yüze kaldığı, hayatın bir parçası haline gelmiş olan bir toplumsal gerçek. Özellikle 15 Temmuz sonrası sıkılaşan ve gittikçe şiddetini arttıran güvenlik politikaları, yargı faaliyetleri sonucu ortaya çıkan hak ihlallerinin günlük hayatın bir parçası haline gelmesine sebep olmuştur.
Ceza yargılamaları, sahip olduğu ilkeler çerçevesinde ilerlemesi gerekirken, adeta siyasi iradenin muhalifleri ile hesaplaştığı bir arenaya dönüştü. Tutuklama tedbirlerinin kanunda öngörülen somut şartlar olmaksızın, bir cezalandırma aracına dönüştürülmesi ve hukuki deliller olmaksızın, günün popüler siyasi söylemlerine bolca atıf yapılarak hazırlanan iddianameler en basit iki örnek olarak verilebilir.
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün yargı reformuna yönelik açıklamaları hukuksuzluğun giderek sıradanlaştığı bir zamanda kamuoyunda heyecanla ve bir o kadar da itidalli karşılandı. Açıklamalarda ardı ardına gelen adalet vurguları, Adalet Bakanı’nın “Adalet yerini bulsun varsın kıyamet kopsun” ifadeleri ile doruk noktaya ulaştı.
İşte böyle bir atmosferde ilk akla gelen, hayati öneme sahip olaylarda içgüdüsel/fıtri bir duygu ile koruma altına aldığımız kadın ve çocuklardır. Her zaman, bireyin, ailenin, kabilenin ya da devletin en hassas çizgisi olan, kadın ve çocuklar. Savaşlarda ilk olarak kurtarılması gerekenler, doğal afet ve kazalarda insanın ilk aklına gelenler.
Söz konusu hukuki reformlar gündeme gelince haliyle bu süreçte en büyük mağduriyeti yaşayan tutuklu anneler ve çocuklarının durumu konuşulması gerekiyor. Savcılık makamları, FETÖ soruşturmalarında sadece adı geçtiği için veyahut bir tanık beyanı ile hakkında bir suç iddiası olduğu için binlerce anne hakkında tutuklama kararı vermiştir. Burada üzerinde durulması gereken mesele FETÖ, 15 Temmuz ya da herhangi bir terör örgütü değil burada öncelikli konuşulması gereken sorun, kanunda açık şekilde bebekli/çocuklu anneler hakkında tutuklama haricinde güvenlik tedbirlerinin uygulanmasının gerekliliği yazdığı halde, savcıların ellerindeki kılıcın en keskin yeri ile hukuku tesis etmek istemeleridir. Annelerin daha sütten kesilmemiş bebeği ile cezaevlerinin soğuk duvarlarının ardına gönderilmesi, kurallarını galip tarafın koyduğu bir savaşın kuralı olabilir ancak.
Hukuk, sanıktan nefret duyamaz, ona ideolojik infialler ile yaklaşamaz, hukuk demek geçerli ve meşru olduğuna inanılan kurallara bağlı olmaktan geçer. Eğer yazılı hukuk kurallarının adaletin tesisinde hiçbir etkisi yok ise, orada şeklen modern bir devlet gözükse de gerçekte, düşmanını en acımasız ve vahşi yöntemlerle yok etmeyi amaçlayan göçebe bir kabile devleti vardır.
FETÖ yargılamalarında anne-çocuk tutukluların yaşadıklarına, babası aylardır tutuklu iken üstüne annesi de tutuklanan çocukların durumlarına bu çerçeveden bakılması ne kimseyi kripto FETÖ’cü yapar nede FETÖ yapılanmasının 2001-2014 arasında oluşturduğu zulüm sisteminin unutulması manasına gelir.
Soğuk ve yağmurlu bir kasım ayında, hukuk ve adalet söylemleri ile ekonomi ve yargıda bir bahar havası oluşturulmak isteniyorsa, bu havanın ilk olarak kadın ve çocukların tutulduğu cezaevlerinin soğuk ve loş koridorlarına uğraması gerekir. “Çocuklar hapsedilemez”, anayasalarda, kanun metinlerinde yazan bir madde olmasa da insanlığın ortak vicdanında yer alan evrensel bir ilkedir.
Son olarak Adalet Bakanı’nın “Adalet yerini bulsun varsın kıyamet kopsun” sözleri üzerine 13 yıldan bu yana süren yargılamalar neticesinde toplamda 7 yıl 10 ay tutuklu olarak yargılanan, son tutuklamada ise 3 buçuk yıldır tutuklu bulunan Halis Bayancuk Hoca’nın durumu bir kez daha gözden geçirilmelidir. Sahip olduğu inanç ve fikirleri sebebiyle birçok kişinin mağduriyetini dahi dillendirmediği Halis Hoca’nın rekor tutukluluk süresi CMK’nın öngördüğü tutukluluk süresini fazlasıyla aşmıştır.
Bugünden sonra artık dillere pelesenk olmuş “reform” sözcüğünün tekrarlanmasının bir fayda sağlamayacağı muhakkaktır. En kısa sürede tutuklu annelerin çocukları ile birlikte özgürlüklerine kavuşması adına gerekli adımları atmak, somut bir suç fiili olmaksızın sırf inanç ve fikirleri sebebiyle yıllardır tutuklu yargılanan düşünce suçlularının tahliye edilmesini sağlamak vakit kaybetmeksizin sağlanmalıdır.